Kayıtlar

    KOMPLO TEORİLERİ VE GİZEM On on beş yıl önceydi. Eşim ‘bugün Kızılay’a gidelim mi?’ diye sordu. Ben de “tamam gidelim” dedim. O anda biraz gezeriz, açılırız dedim kendi kendime, belki bir kafeye gideriz, belki de sinemaya. Neyse, birlikte Kızılay’a gittik. Tabii benim safiyane hayallerim bir tarafa eşimin de planları varmış meğer. Beni bazı yerlere götürdü. Niçin mi? Alışveriş için tabii ki. Ben mi ne yaptım? Satın aldıklarının ücretini ödedim. Sonra da bunları eve taşıdım. Başka ne yapacağım, değil mi ama? Her neyse. Yüksel Caddesi'nin Karanfil Sokak'la birleştiği kavşakta eşim bir dükkâna girdi. Bu dükkân kadın malzemeleri satan bir yerdi. Ben eşikten bir iki adım attım ki içeride sadece kadınların olduğunu fark ettim ve dışarı çıktım. Dışarıda dükkânın önünde de bazı malzemeler vardı. Can sıkıntısından bunlara bakarken biri dikkatimi çekti. Daha doğrusu ne olduğunu veya neye yaradığını anlayamadım. Birini elime alıp üzerinde ne yazıyor anlamaya çalıştım. Ama Türkç...
  DOLU ŞİŞE Okuyucularımızın çoğu Ege Cansen’i tanıyordur muhtemelen. Özgün bir iktisatçı-yazardır. Yazarlığı, tarzları farklı ve onlar kadar velut olmasa da Burhan Felek veya Çetin Altan gibi fıkra yazarları ile karşılaştırılabilecek kırattadır Cansen. Karmaşık bir mesele ya da düşünceyi herkesin anlayabileceği bir üslupla anlatmakta ustadır. Sosyal medyada onunla yapılan bir söyleşiye rastladım. Bu söyleşide basit bir gözleminden bahsediyordu. Bazı durumlarda birine bir şey öğretmenin zorluğuna dikkat çekiyordu. “Muhasebe anlatırken” diyor Cansen “en zor anlayanlar muhasebecilerdir.” Çünkü ne de olsa muhasebe biliyor. Böyle bir durumda mesela mühendisler meraklı olabiliyor. Tabirleri, yani terminolojiyi bilmiyor ya da pek aşina değil, bilanço nedir, aktif nedir, pasif nedir merak ediyor öğrenmeye çalışıyorlar. Öğrenmeye daha açık oluyorlar. Ama muhasebeciler ‘ben bunları biliyorum zaten’ diyor. Üniversitede bunun eğitimini gördüm diplomasını aldım, yirmi, otuz yıllık meslek t...
  MİLLİYETÇİLİK VE EVRENSELLİK Başlıkta geçen ‘milliyetçilik’ ve ‘evrensellik’ kavramlarının soyut düzlemde düşünüldüğünde birbiriyle tezat teşkil eden kavramlar olduğu ileri sürülebilir. Ancak bu iki kavramdan bahsetmek istememin nedeni bu karşıtlık değil. Buna rağmen ekonomik, toplumsal ve siyasal hayatta birbirini tamamlayan işleve sahip olmaları. Immanuel Wallerstein ’in Tarihsel Kapitalizm ve Kapitalist Uygarlık [1] adlı eserinde bu işleve değiniyor. Milliyetçiliğin burjuvazinin menfaatlerine hizmet eden bir ‘ideoloji’ olduğu sık vurgulanan bir gerçekliktir. Söz konusu ideoloji sermaye sahibi sınıflarla, orta ve alt sınıfların ortak bir noktada buluşmalarına, böylece toplumsal rızanın üretimine hizmet eder. Ulusal devletlerin ortaya çıktığı dönemlerde sermaye ve yönetici sınıflarının alt sınıfları mobilize etmeleri bakımından önemli bir işlev görmüştür. Ancak Wallerstein tarihsel kapitalizm açısından başka bir işlevine dikkat çekiyor. Milliyetçilik ve onun ırkçı yorumları...
  “EZANSIZ SEMTLER” Şair olarak tanınsa da Yahya Kemal’in Eğil Dağlar , Aziz İstanbul ve Siyasi Hikayeler gibi düzyazıları da vardır. Bu yazımız da Aziz İstanbul (İstanbul, Devlet Kitapları, 1969) adlı kitabında yer alan “Ezansız Semtler” (s. 126-130) adlı denemesinden bahsedeceğiz. Bu denemede Yahya Kemal Şişli, Kadıköy gibi semtleri “ezansız semtler” olarak tanımlayarak, bu semtlerde minarelerin görülmediğini Ramazan ve kandil günlerinin hissedilmediğini ifade eder. Ve şu soruyu sorar: Bu semtlerde “çocuklar müslümanlığın çocukluk rüyasını nasıl görürler?” Şöyle devam der Yahya Kemal: “İşte bu rü’ya, çocukluk dediğimiz bu müslüman rü’yasıdır ki bizi henüz bir millet halinde tutuyor. Bu günkü Türk babaları havası ve toprağı müslümanlık rü’yası ile dolu semtlerde doğdular, doğarken kulaklarına ezan okundu, evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler, mübarek günlerin akşamları bir minderin köşesinden okunan Kur’an’ın sesini işittiler; bir raf üzerinde duran ...
  KİTAP YAYINCILIĞI “Çocuklarını” diyor genç kuşak tarihçilerden Emrah Sefa Gürkan “kaliteli eğitim için bir milyon lira harcayarak özel okula gönderen insanların evlerinde doğru dürüst bir kütüphane yok”. [1] Demek eğitim bir amaç olarak değil sadece bir araç olarak algılanıyor. Bir başka tabirle eğitim kişisel gelişimimize hizmet eden bir etkinlik olarak değil, sadece diploma, titr ve sosyal konumumuzu yukarıya taşımaya yarayan bir araçtır. Kısacası eğitimi zihinsel ve entelektüel becerilerimizin geliştirilmesi ile ilgili görmüyoruz. Öyleyse eğitim gerekli, ama kime? Hâlâ geyiği dönmeye devam eder. Matbaa bize geç geldiği için geri kaldık diye. Bu “geri kalma”dan da başkaları sorumlu elbette (!). Oysaki okuryazarlığın ve yazılı kültürün geri olduğu bir toplumda kim matbaayı, kitabı talep eder ki? Kitaba talebin olmadığı toplumda niye matbaa kurulsun, niye kitap basılsın? Nitekim Batı Avrupa’ya, hatta imparatorluk tebaası Yahudi, Rum ve Ermeni cemaatine nazaran çok geç açılan...
  GARBİYATÇILIK “Hayvanların dünyasında” diyor Thomas Szasz “birini yemek veya biri tarafından yenilmek kuralı geçerlidir; insanlar dünyasında ise birini tanımlamak veya biri tarafından tanımlanmaktır” [1] . Bir(iler)ini tanımlamak demek onun/onların üzerinde tahakküm kurmak demektir. Fransız filozof M. Foucault’nun söylem (discourse) kavramıyla vurguladığı da bu iktidar ilişkileridir. Şarkiyatçılık (orientalism) Batı’nın Doğu (Batı dışı toplumlar) üzerinde hakimiyet kurmasına hizmet eden bir disiplindir. Şarkiyatçılık tabiri resmi isim olarak 1970’lerin başına kadar kullanılmaya devam etmiştir. 1978 yılında Edward Said [2] şarkiyatçılığa ilişkin ünlü esrini yayınlamıştır. Said şarkiyatçılığı “Doğu”nun belli kalıplara sokarak ‘Batı’sının ötekisi’ olarak kurguladığını ifade etmiştir. Bu Doğu üzerinde tahakküm kurmanın bir yöntemidir. Her şey zıddıyla kaimdir. Şarkiyatçılık varsa onun karşıtının da olması gerekir. Nedir karşıtı o zaman? Garbiyatçılık (occidentalism) . Yani Bat...
  DÜĞÜN Antropologlar çeşitli toplumları incelerken en çok üzerinde durdukları, dikkat ettikleri konulardan biri “rit” denilen geçiş törenleridir. Doğum, ölüm, evlilik, sünnet gibi törenleri buna örnek verebiliriz. Bu törenler günümüz modern toplumlarında geleneksel işlevini ya da anlamını tam olarak koruduğu söylenemez. Ancak bu tür törenler günümüzde de toplumsal uyum ya da bazı toplumsal problemleri vs. öğrenmek, anlamak için önemli olabilir. Yaz mevsimi geldi. Dolaysıyla düğün mevsimi de geldi. Biz de kısa bir süre önce davetli olduğumuz bir düğüne katıldık. Aynı mahallede ikamet ettiğinden bildiğimiz kadarıyla düğün sahibi olan aile çok dindar bir aileydi. Neyse, davete uyarak düğün salonuna geldik, taraflara ‘hayırlı olsun’ dedikten sonra bize gösterilen masaya oturduk. Daha masaya yeni oturmuştuk ki eşim sol tarafa bakmamı istedi. Dönüp baktım ister istemez. Sahnede nedimeler dikkat çekici kıyafetleriyle dans ediyordu. Mütedeyyin bir ailenin düğününde karşılaşılacağı düş...