EĞİTİM VEYA EŞİTSİZLİĞİN
YENİDEN ÜRETİLMESİ
“Cumhuriyet”
ve “eğitim” arasındaki ilişkinin sık vurgulandığı bir vasattayız. Keza Cumhuriyet’in
eğitime çok önem verdiği söylemi vatandaşlarımıza ezberletilen nakaratlardan
biridir. Bu nakarat, toplumsal gelişme için eğitim kurumlarının üstlendiği rolün de ifadesidir. Bu durumun ima ettiği tez de aynıdır. İnsanlar eşit
değildir. Eğitim (süreci) tam burada devreye girmekte ve bu sürece dâhil
olanlar, yukarıya tırmanarak yukarıdakilerle eşitlenebilme şansı elde etmektedir. Cumhuriyetin eşitlik
prensibine yaptığı vurgu bu şekilde –yani tersten- de okunabilir.
Fransız vatandaşı Joseph
Jacotot 1815’te bugün Belçika sınırları içinde olan Leuven kentine sürgüne
gönderilir. “Hollanda Kralı’nın cömertliği sayesinde yarım ücretli” Fransızca
öğretmenliği görevi bulur. Ancak bir sorun vardır. Jacotot tek kelime
Felemenkçe bilmemektedir. Fénelon’un Telemak adlı eserinin Felemenkçe
çevirisine ulaşır. Çeviri ve orijinal metni öğrencilerine dağıtır. Olanlar bundan
sonra olur. Beklenmedik bir şekilde öğrenciler hangisi öznedir, hangisi
nesnedir, cümle yapısı hangi durumda nasıl olmalıdır vs. dillendiren bir
öğretmene/anlatıcıya ihtiyaç duymaksızın karşılaştırma yaparak kendi kendilerine
öğrenilirler. Bundan sonra bilmediği başka alanlarda da öğretmenlik yapar
Jacotot. ‘Bilmediğimizi öğretmek’ de mümkündür ne de olsa.
Jacotot için aydınlanma anıdır
bu. “Öğrenciyi özgürleştirirsek, yani onu kendi zekâsını kullanmaya zorlarsak,
hoca bilmediğini öğretebilir. Bir
zekâyı, ancak içinden çıkmayı kendi kendine zorunlu gördüğü
takdirde çıkabileceği, keyfi bir çembere kapatandır hoca dediğimiz. Cahili
özgürleştirmek için insanın kendisinin özgürleşmiş olması, yani insan zihninin
gerçek gücünün bilincinde olması gerekli ve yeterlidir. Hoca cahilin
yapabileceğine inanır ve onu kapasitesini kuvveden fiile çıkarmaya ikna ederse
eğer, cahil o zaman hocanın bilmediği şeyi öğrenir: Eski
Yöntem’de (…) öğrenciyi açıklayana bağlayan
kudretsizlik döngüsüne benzer bir kudret döngüsü
söz konusudur burada. (…) Kudret döngüsüyse etkisine ancak alenileşirse
kavuşur. Ama bir totoloji veya saçmalık gibi görünür olsa olsa. Bilgin hoca,
bildiğini de bilmediğini de öğretebileceğini nasıl hiç anlamaz? Bu zihinsel
kudret artışını kendi ilminin değerden düşüşü olarak görecektir. Cahilse kendi
kendine öğrenebileceğine, hele ki bir başka cahile bir şey öğretebileceğine
hayatta inanmaz. Zekâ dünyasından dışlananlar dışlanma kararlarını bizzat
imzalarlar. Kısacası, özgürleşme döngüsüne başlamak gerekir.”
(s.22)
Jacques
Rancière’in Cahil Hoca: Zihinsel Özgürleşme Üstüne Beş Ders (2.
Baskı, İstanbul: Metis, 2017) adlı eseri
Jacotot’nun hikâyesiyle başlıyor ve kitabın sonuna kadar onun hikâyesi
üzerinden “eğitim” ve “eşitlik” kavramları üzerinden meselenin yeniden
düşünmeye zorluyor okuyucuyu. Alt-metinde vurgulanan önemli bir varsayım var.
Eğitim, toplumsal hiyerarşiyi mütemadiyen yeniden üretir. Bu eşitsizliğin
arkasında ise zekâların eşit olmadığı inancı vardır. George Orwel’in tabiriyle
“Bazıları eşittir. Bazıları daha da eşittir.” Bu, aynı zamanda bazılarının
“yönetilen” bazılarının da “yöneten”
olması demektir. Bazılarının öğrenememesi,
yönetenlerin üstünlüğünü, dolaysıyla da yönetme hakkına sahip olmasını
meşrulaştırır. Dolaysıyla Rancière’in kitabında tartışılan meselenin felsefî
postulatını en az Eflatun’a (Platon’a) kadar geri götürmemiz mümkündür.
Jacotot’nun
tecrübesi ona yeni kapılar açtı. “Evrensel eğitim” adı verilen ve nihayetinde
kendi kendine öğrenme olarak tanımlayabileceğimiz bu eğitim metodu, en üst
düzeyde öğrenim görmüş veya para pul sahibi bir baba ile okuma yazma bilmeyen
bir köylüyü eşitliyordu. Bilmediğinizi öğrenmek/öğretmek mümkündü. Dolaysıyla
okuma yazma bilmeyen bir baba da çocuğuna veya bir başkasına yardımcı
olabilirdi. Sadece bir şeyi bilmek yeterliydi. Karşılaştırma yoluyla
bildiklerinizden hareketle daha önceden bilmediğiniz şeyleri de öğrenebildiniz.
Tabiidir
ki bu metoda muhalif olanlar da çıktı. Bu anlaşılır bir şeydi. Bunun yanında
görünüşte bu metodun taraftarı olan başka kişi ve kuruluşlar da ortaya çıktı.
Ancak zamanla anlaşıldı ki aslında öğretmen-öğrenci hiyerarşisini reddeden bu
yaklaşımın bu özelliği göz ardı edilerek içi boşaltılmaktadır. Asıl “problem”
buradan kaynaklanmaktadır. Bu hiyerarşinin getirdiği eşitsizlik durumundan
herkes şikâyetçi değildir çünkü. Rancière’in kitabı eğitimin/eğitim
teşkilatının toplumsal eşitliğin sağlanmasına hizmet eden değil, tam tersine
eşitsizliğin sürgit devamını sağlamaya yarayan bir aygıt olduğunu da imliyor.
Açıklayıcının ‘ilerleme’ taraftarı ya da ‘aydınlanmış’ olması da bu döngüyü
değiştirmeye yetmiyor. Nihayetinde “[i]lerlemeci bir açıklamacı öncelikle
açıklamacı, yani eşitsizliğin savunucusudur.” (s.127)
“24 Kasım Öğretmenler Günü”ne uygun bir yazı oldu sanırım.
Kaleminize saglık hocam. Öncelikle biz öğretmenler olarak Samsun'dan selamlarımızı yolluyoruz. Kudret döngüsünden özgürlük döngüsüne evrilme süreci ile tespitleriniz müthiş.. Her bir ifadenizin üzerinde uzun süreler düşünmek icap ediyor..
YanıtlaSilTeşekkürler. Ankara'dan da tüm eğitimci arkadaşlarımıza biz de selâm gönderiyoruz.
YanıtlaSilhocam zaten kapatalst sistem.eşitsizlik üzerine kurlu bir düzen.tabii sizinde belirrtiginiz gibi eşitsizligin topluma ogretilmesinin ilk basamaği tabiiki egitim.sistemi
YanıtlaSil