6
OCAK
2016 yılının Mart ayıydı. Arka Kapak dergisi yayın yönetmeni Yunus Emre Tozal aradı. Şu anda Chicago’da doktorasına devam eden Tozal, derginin imtiyaz sahibi Mehmet Ali Çalışkan dâhil toplantı halinde olduklarını ve gönderdiğim yazı ile ilgili konuşmak istediklerini belirtti. O sırada Fransız sosyolog Alexis de Tocquevielle’in De la démacratie en Amérique (2 Cilt, 1835 ve 1840) (Amerika'da Demokrasi) adlı eserinin iki çevirisi birden çıkmıştı.[1] Ben genel manada Tocquevielle ve sözü edilen bu eser hakkında kısa bir değerlendirme yazmıştım. Konu bu yazıydı. Çalışkan şimdi hatırladığım kadarıyla bu yazının fazla ağır olduğunu bundan dolayı güncellikle ilişkilendirmenin iyi olacağını ifade etti. Güncellikle kastedilen o sırada Cumhuriyetçi Parti’den başkan adayı olacağı kesinleşen Donald Trump’ın tutum ve siyasi anlayışıydı. Öyle ki Çalışkan bu yazıyı Trump fotoğrafıyla yayınlamak istediklerini de belirtti. Ben de görüştüğümüz o günün akşamında yazıyı gözden geçirerek Trumpa’da göndermede bulunacak şekilde yeniden düzenledim. Bu yazıda[2] Trump’a şu şekilde göndermede bulunmuştum. “Ona [Tocquevielle’e] göre demokratik yönetimlerin doğasında yer alan ‘çoğunluğun mutlak gücü’- şu malum çoğunluk diktatörlüğü- demokrasiye karşı en önemli tehdit oluşturmaktadır. Nitekim, [o dönemde] yasal olarak köle olmayan siyahîler oy kullanma ve mülk edinme hakkına sahip olmalarına rağmen böyle bir zorbalıktan dolayı bu haklarını kullanması mümkün değildi. Tocqueville yaşasaydı Müslümanlar ve sığınmacıların ülkeye alınmaması gerektiğini dillendiren, camileri kapatmayı vaat eden ve işkenceyi açıkça savunmaktan çekinmeyen Cumhuriyetçi Parti başkan adayı Donald Trump’ın beklenmedik başarısını da bu çerçevede açıklardı herhalde.”
Bugün de fikrim değişmedi.
Trump’un üzerine oturduğu bu hareket bir WASP hareketidir. Üstelik kendileri
gibi olmayanı “biz” kategorisi içinde algılamamaktadır. “Biz”den olmak için de
W (Beyaz), AS (Anglosakson) ve P (Protestan) olmaları gerekir. Bunun çoğunluk diktatörlüğünün Amerika koşullarında ifadesinden başka bir şey olmadığı
açıktır.
Doğaldır ki 6 Ocak tarihinde vuku bulan ve Trump’un yönlendirdiği “göstericiler”in Amerikan Kongresi’ni (Capitol'ü) basması ile sonuçlanan darbe girişiminden bir süre sonra yukarıda zikrettiğim yazıyı hatırladım. Diğer taraftan kısa sürede kongreyi basan ve “mob” (güruh) olarak tanımlanan kişilerin bir çoğunun sıradan ve toplumsal olarak en altta yer alan sınıflara mensup insanlar olmadığı örnekleriyle ortaya çıktı. Baskın sırasında kongre binasının içinde öldürülen kadın mesela Amerikan ordusuna hizmet veren bir subaydı. Daha kimlerden bahsedilmiyor ki. Bir şirketin ceosu, bir yüksek mahkeme yargıcın oğlu, özel jetiyle Washington’a gelen zengin emlakçı-kadın vs. Yani bazılarının söylediği gibi alt sınıflardan insanlar değil, orta ve orta üst sınıftan insanlar. Keza Trump'u destekleyen çeşitli kuruluşlara destek veren şirketler de cabası.
Şaşırtıcı mı bu?
Asla. Aksine bu şekilde olmasaydı şaşırtıcı olurdu. Olumlu ya da olumsuz olsun,
değişim talebinde bulunanlar alt sınıflar değildir. Genelde orta sınıftır.
Türkiye’de insanlar okudukları orta mektepte Fransız İhtilali’ni mesela
‘soylular zevk u sefa içinde yaşıyorlardı, halk (alt sınıflar) sefalet
içindeydi. Onun için kral ve soylulara karşı isyan ettiler’ şeklinde
öğrenmiştir. Aslında bu genel bir kalıptır. Dolaysıyla ihtilal veya isyanları bu
kalıp içinde (halk fakir ve perişandı, yöneticiler vs. zevk u sefa içindeydi)
algılamaya ve değerlendirmeye alışmışızdır. Oysaki değişimi arzu eden ve
zorlayan her zaman orta sınıftır. Fransız İhtilali’nde de gene bu böyle
olmuştur. Üst sınıflardan da mutlaka destekçileri vardır. Zannedildiğinin aksine alt sınıflar ‘öğrenilmiş çaresizlik’ içersinde isyan etmeyi pek düşünmezler.
İsterseniz şöyle bir çevrenize bakın çeşitli toplumsal problemlere karşı
duyarlılık gösteren tepkisini ifade eden insanlar genelde alt sınıftan mı, yoksa
orta/orta üst sınıftan mı?
Bu noktada Eric
Fromm’un (1900-1980) bir eserini hatırlatacağım. Escape from Freedom (1941) (Hürriyetten Kaçış) [3]. Bu
eseri neredeyse otuz beş sene kadar önce okumuştum. Tabi içerikle ilgili pek bir
şey hatırlamıyorum. Fakat ana-fikri hâlâ aklımda. Fromm bu eserinde Alman
halkının nasıl olup da Adolf Hitler gibi bir çılgının arkasına takıldığını ve
daha önemlisi Nazizm’in destekçisi haline geldiğini açıklamaya çalışmaktadır.
Ona göre bunun en önemli nedeni I. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde ortaya
çıkan hiper-enflasyon ve 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı gibi gelişmeler sonucunda
Alman burjuvazisinin kendini güvende hissetmemesidir. II. Mahmud’un Mısır
Valisi Kavalalı Mehmet Paşanın isyanını bastıramayınca Rus Çarlığı’nın yardım
teklifini kabul etmek zorunda kaldığı zaman söylediği gibi: “Denize düşen
yılana sarılır”.
Kongreyi basan
kişilerin profili sözü edilen Alman burjuvazisine benzeşiyor mu? Kısmen evet. Her ne
kadar bu kişiler hali vakti yerinde insanlar olsa da kendileri ve kendilerinden
sonraki kuşakların geleceklerini ne kadar güvende görüyorlar? Sorulması
gereken sorulardan biri budur. Bu soruya vereceğimiz cevap çok önemlidir.
Fromm’un bahsettiği güvensizlik sonuçta bir duygudur. Kişinin gerçekte güvencede
olup olmamasından çok ülkenin ve dünyanın gidişine öznel bakışın bir sonucudur. Bu çerçevede diyebiliriz ki Trump’u
takip eden sözkonusu göstericiler ya da güruh -her neyse- denilen insanlar
genelde kendisi ve kendisi gibi olanların geleceği konusunda endişelidir.
Kendisini güvende hissetmemektedir.
Buna “nerden belli?”
diye karşılık veren olabilir.
Bu her şeyden önce
sözkonusu grubun ideolojisinden anlaşılmaktadır. Hatırlatalım. Trump’un sloganı
neydi? Make America Great Again (Amerika’yı Yeniden Büyük Yapalım) . Bu slogan
bir vaat olmakla beraber aynı zamanda Amerika’nın küçülmeye doğru gittiğini,
dünya üzerindeki etki gücünün zayıfladığını ifade etmektedir. Bu sadece ulus
olarak değil, kişisel olarak da gelecek endişesini ifade etmektedir. Buna karşı
hangi tedbirlerin önerildiğine bakalım. En başta önerilen yabancıları ve
mültecileri Amerika’ya sokmamak, var olanları Amerika’nın dışına atmak. Bu
sahip olunan refahın elden gideceği endişesinin göstergesidir. Göçmenler
tarafından kurulmuş bir ülkede üstelik. Getirilen çözüm bu. Bu ve bunun gibi
sözde ‘çözüm’lerin arkasında “xenefobi” (yabancı düşmanlığı) ve faşizan bir ideolojinin
olduğu da malum. Dolaysıyla Trump ve destekçilerinin ideolojilerinin tarihsel arka-planında
Ku Klux Klan (KKK) hareketi gibi oluşumlar vardır. Kongreyi basanların hemen
hepsinin beyaz olması da buna uygun. (Bu konuda bilgim yok ama siyahî veya diğer
gruplardan da istisnaî örnekler olabilir. Nede olsa her zaman ‘kraldan çok kralcılar’
da vardır.)
Kısacası vaktiyle
Almanya’da Hitler'e ve gerekse bugün Trump’a destek verenler genelde orta-sınıftan
olması bir tesadüf değildir. Esasında bu tür hareketlerin arkasında mutlaka bir
ideoloji vardır. Böyle bir ideolojiyi üretecek ve onu kitlelere arz edenler de
ancak bu sınıf içinden insanlar arasından çıkabilir. Unutmayalım ki sadece eylem ideolojiyi beslemez, aynı
zamanda ideoloji de eylem(ler)i besler.
Bir diğer üzerinde durulması gereken husus ise, içinde yaşadığımız dünyada sosyal medya ve iletişim kanallarının kullanılmasının getirdiği koşullardır. İki savaş arası dönemde buna benzer bir durum yoktu. Ama günümüzde sosyal medya ve dijital iletişim kanalları bu vb. siyasal hareketlerin neşv ü nema bulmasında etkili olduğunun altı çizilmelidir. Her zaman ve her yerde saçma sapan inanç ve ideolojilere sahip kişiler olabilir. Ama gerçek hayatta bu insanların yanında yöresinde onların inançlarını/ideolojilerini benimsemeyen, hatta aksine bunu kabul etmeyip onlara karşı çıkan insanlar vardır. Oysaki sosyal medyada durum böyle değildir. Dünyanın neresinde yaşıyor olursa olsun sözü edilen “aşırı” nitelikteki inanç/ideoloji sahibi insanlar –diğerleri gibi- ortak platformlarda buluşabilmektedirler. Dolaysıyla kendisini yalnız hissetmesi için hiçbir neden yoktur. Günümüzde insanlar çeşitli platformlarda genellikle kendisiyle benzer düşünce ve eğilimlere sahip insanlarla bir arada olmayı tercih etmektedir. Böylece bu kanı/inanç ya da ideolojilerini sürekli yeniden üretmektedirler. Bu durum farklı düşünen insanlara kulağını gözünü kapatmak anlamına gelir. Keza bu durum kendi düşüncelerinden şüphe duymasını adeta imkânsız hale getirmekte, kendine ve sahip olduğu inanç/ideolojiye bağlılığını keskinleştirmeye hizmet ettiği de açık.
‘Bunların artık önemi
yok. Trump kaybetti. 20 Ocak itibariyle Biden başkanlığı devraldı.’ diyenler olabilir.
Ancak ben o kanıda değilim. Zira hâlâ konfederasyon bayrağını taşıyan, önceki
yüzyılın kölelik taraftarı şahsiyetlerinin heykellerinin kaldırılmasına karşı
çıkan, beyaz üstünlükçü, mülteci düşmanı, müfrit milliyetçi ve birçoğu bugün de Trump’ı haklı gören
vs. Amerikan vatandaşları/seçmeni olduğu yerde duruyor. Üstelik bu kitle için Trump ile
yarışabilecek başka bir siyasi figür de ortada yok.
[1] Biri Doğubatı, diğeri İletişim yayınlarından.
[2] Abdurrahman Üzülmez " Amerikan Demokrasisini Okumak" Arka Kapak, Sayı: 6 (Mart 2016), https://arkakapak.babil.com/amerikan-demokrasisini-okumak/ Erişim tarihi: 23.01.2021
[3] Bu kitabı
vaktiyle ben şu çevirisinden okumuştum. Hürriyetten
Kaçış, Çev. Ayda Yörükan, İstanbul, Tur Yayınları, 1979. Ama eserin başka
bir çevirisi de vardır: Özgürlükten Kaçış,
Çev. Şemsa Yeğin, İstanbul, Say Yayınları, 2016.
Çok beğendim, ellerine sağlık canım babam Çok düşündüğüm bir konuya parmak basmışsın..❤️
YanıtlaSilÇok bilgilendirici bir yazı olmuş, konu hakkında bilgisi olmayanların kafasında özet oluşturabilecek nitelikte... Tebrikler
YanıtlaSilHarika bir yazı olmuş, tebrikler
YanıtlaSilEllerine sağlık zevkle okudum güzel bir yorum olmuş emeğine sağlık başarılar diliyorum
YanıtlaSil