HALK
19. 01. 2021 tarihli
“Dilemma” başlıklı yazımda başrollerinde Maocu gençlerin olduğu bir anekdot
anlatmıştım. Müslim (Üzülmez) ağabeyimin Gülme
ve Karpuzun İronisi: Ben Bölmeden Geldim Komutanım… adlı kitabının 67.
sayfasında yer alan bu anekdot, kendilerine “Halkın Devrimcileri” diyen ve köylüleri
‘aydınlatma’ya çalışan gençler ile köylüler arasındaki iletişimsizlik ve yabancılaşmaya
göndermede bulunuyordu.
Yazının
yayınlanmasından sonra diğer bir ağabeyim Ali Haydar (Üzülmez)’den bu konuya
açıklık getiren bir mesaj aldım: “1976 yılında birkaç arkadaşla Ergani'de
Ergani Kültür ve Dayanışma Derneği’ni kurduk. Kısa bir süre içinde Ergani
gençliği, derneğimize büyük ilgi gösterdi ve üye oldular. O dönemin koşullarına
göre iyi, güzel etkinlikler de yaptık. Bir süre sonra dernekte gruplaşmalar
başladı. Ergani'nin Piran/Dicle mahallesinde oturan arkadaşlar (ki bunlar Piran/Dicleliydiler)
halkla bütünleşmek için onlar gibi giyinmeli, konuşmalı, onların oturdukları
kahvelerde oturmalı, onların içtikleri “paket tütün” ya da “birinci cıgarasını”
içmeli ve daha önemlisi köylüleri örgütlemek için köylere gidip buğday, arpa,
nohut, mercimek biçmeli, harmanda köylülerle birlikte döven sürmeli diyerek biz
yöneticileri halktan kopuk, biraz kasabalı, halkla ilişkisi olmayan yöneticiler
olarak nitelendirip yönetime başkaldırdılar. Bu bahsettiğim grup, kendilerini “Halkın
Devrimcileri” olarak tanımlamaya başladı. Halkın Yolu, Halkın Kurtuluşu, Halkın
Sesi gibi yayınlarla orta yere çıktılar. Konu edilen Maocu grup veya gruplar,
bu gruplardır. Biz bu grubun ileri sürdüklerini düşüncelerine katılmadığımız
için uygulamadık. Ancak bu arkadaşlar bizlerden ayrılıp ayrı dernekler kurdular
ve ciddi ciddi köylere gidip dediklerini pratikte uyguladılar. Konu edilen “üç
dünya” olayı sanırım bu süreçte yaşanmıştır veya karşıtları tarafından
uydurulmuştur.”
“Dilemma” başlıklı
yazımda konu dışı olduğu için üzerinde durmadım. Ama ‘halkla bütünleşme’yi
hedefleyen ve kendilerini ‘Halkın Devrimcileri’ olarak adlandıran bu gençler,
yeni bir şey mi yapıyorlardı/söylüyorlardı? Kendilerine kalsa, kim bilir, yeni
ve orijinal bir şey yaptıklarını zannetmiş olabilirler. Ama yaptıkları şeyin
tarihi en az XIX. yüzyıla kadar gider. Ne var ki yüzyıl kadar önce Rusya’da
ortaya çıkan ‘narodnik hareketi’ –ve Batı dünyasında ortaya çıkan popülist
hareket- benim de doğduğum Ergani’ye demek ki ancak ulaşmış. 1860’larda
Rusya’da serfliğin kaldırılmasından sonra Rus aydınları ‘halk’la bütünleşmek
istemişlerdir. Bu çerçevede toprağını büyük toprak sahiplerine kaptıran küçük
toprak sahiplerine sahip çıkarak onların desteğini almak amacıyla hareket ettiler.
Devrim için halka gidilmeli, halka inilmeliydi. Halkı eğitim götürülmeli ve
aydınlatılmalıydı.
II. Meşrutiyet
döneminde çıkarılan dergilerden birinin adı da Halka Doğrudur. Yazarları arasında Türkçülüğün öncülerinden olan
Hüseyinzâde Ali (1864-1940), Akçuraoğlu Yusuf (1876-1935) ve Ahmed Agayef
(1869-1939) Rus narodiklerinden haberdar ve narodizmi bilen kişilerdi. Rusya
men’şeli olanlar dışında başta Ziya Gökalp (1876-1924) olmak üzere yerli
düşünürler de vardı. Keza “Halka Doğru” hareketini narodiklerinden ayrılan
önemli bir yönü de vardı. Narodikler Çar’a suikast düzenlemek dâhil çeşitli
eylemlerde bulunan partizanlardan oluşurken, Türk Halkçıları ise faaliyetlerini
İttihat ve Terakki’nin himayesinde sürdüren entelektüel bir hareketti.[1]
Türk milliyetçiliğinin en önemli isimlerinden olan Ziya Gökalp’ın düşüncesinde “güzide” (aydın) - halk dikotomisi vardır. Gökalp millî (yerel) olarak kodladığı hars (kültür) ile evrensel olarak kodladığı medeniyet karşılaştırması çerçevesinde düşünür. Güzideler halka medeniyetin nimetlerini götürmelidir. Kültürün kaynağı ise “halk”tır. Güzidelerin halktan öğrenecekleri bu çerçevede belirlenir. Doğup büyüdüğü taşra kenti Diyarbakır’dan Dersaadet’e giden Gökalp, ‘saray toplumu’na dışarıdan bakıyor ve orada yapaylığı, kozmopolitizmi görüyordu.[2] Kültürün kaynağına klasik Türk müziği, divan edebiyatı vb. yerine, halk edebiyatı ya da halk müziğini yerleştirmesi bundan kaynaklanır.
Millî mücadele yıllarında dikkat çeken bazı tamlama-kavramların,
hâkimiyet-i milliye, irade-i milliye ve kuva-yı milliye olduğunu hatırlatalım.
Bu kavramların hepsi de “halk”a göndermede bulunuyordu. Çünkü milli mücadeleyi
yürüten kadroların kendilerini ve bu mücadeleyi meşrulaştırabilecekleri en
önemli kavram halktı/milletti. Ayrıca siyasi ve iktisadi açıdan nüfusun büyük
çoğunluğunu oluşturan köylülerin desteğine ihtiyaç vardı. Nitekim Mustafa Kemal
(Atatürk) 1923 yılı boyunca yaptığı çeşitli konuşmalarda köylünün ve tarımın
önemini vurguladı. “Köylü milletin efendisidir” söylemi bu dönemde benimsendi.[3]
Diğer taraftan milli mücadeleyi yürüten kadrolar başını
İngiltere’nin çektiği batı dünyasına karşı Sovyetler Birliği’nin desteğini
almaları gerektiğinin farkındaydılar. Bu konjonktürde “Bolşevikler”, “komünizm”
ve “sosyalizm” tabirleri günlük siyasetin makbul terimleri haline geldi. Çeşitli
sosyalist / komünist partiler ortaya çıktı.[4] Bu
siyasi anlayışın toplumu ‘sınıf çatışması’ temelli tanımladığı bilinmektedir. Halkçılık
söylemi tam bu noktada solcu yönelişleri pasifize etmek
için biçilmiş kaftandı. Gökalp toplumun aralarında menfaat çatışması olan
sınıflardan değil, birbirleriyle tesanüt (dayanışma) içinde olan meslek sahiplerinden oluşan birlik olarak tanımlıyordu. Bunu toplumculuğun (sosyalizmin) solcu içeriğinin boşaltılması
olarak da okuyabiliriz. Nitekim “milli mücadelenin merkezindeki kadrolar” solculuğun
hareket içindeki etkisini azaltmak için halkçılığı kullanmışlardır. [5]
“Halkçılık”
1931’de Cumhuriyet Halk Fırkası’nın resmi tüzüğünde yer alması ve 1937’de
anayasaya eklenmesine rağmen giderek içi boş bir söyleme dönüşmüştür. Halkevleri
vb. kurumların kurulması köycülük söylemleri bunun bir parçasıdır. Bu dönemde şehirli
aydınlar tıpkı “ecnebi turistler” gibi köyü keşfe çıktılar. Ama halkçılığın bir
tezahürü olarak köycülük gençlerin köylere gidip piknik yapmasından daha ileri
bir noktaya gidemedi. Bir süre sonra o da tavsadı.[6]
Ancak halkçılık söyleminin halk edebiyatı, folkloru ya da müziğinin araştırılması anlamında olumlu katkı sağladığını da belirtelim. Ne var ki edebiyat, müzik ve sair halk kültürü olumlanırken - aynen Gökalp gibi- saray kültürü olarak kodlanan divan edebiyatı veya klasik müzik onun karşıtı olduğu ve yozluğu temsil ettiği varsayıldı. Edebiyat üzerinden bakalım mesela. Oysa halk edebiyatı ile divan (ya da tekke) edebiyatını tamamen birbirinden ayrı ve birbirine karşıt edebiyatlar olarak görmek doğru değildir. Bunu en iyi anlayanlardan biri Nurullah Ataç’tır. (1889-1957) Onun Prospero ile Caliban (1961)[7] eserinde vurguladığı gibi biçimsel açıdan farklılıkları olsa da halk edebiyatı ile divan ya da tekke edebiyatının beslendiği dünya görüşü arasında önemli bir fark yoktur. Üstelik asıl model divan edebiyatıdır. Öyle ki halk edebiyatını biçim olarak da etkilemiştir. Onun için Ataç divan edebiyatına karşın halk edebiyatı güzellemesi yapan –çoğu da kendi arkadaşı olan- aydınlarla çeşitli polemikler yapmıştır.
Gerek Kemalizm’le
bütünleşmesinden dolayı gerekse Marksist düşünür Antonio Gramsici’in
(1891-1937) folklora önem vermesi gibi nedenlerle solcu Türk aydınları için
folklor ve edebiyat üzerinden ‘halka inmek’, ‘halkı anlamak’ ‘halkı anlatmak’
teması önem kazandı. Çoğu Köy Enstitüsü çıkışlı yazarların köyü anlatan roman
ve hikâyeleri bu çerçevede anabiliriz. Ataol Behramoğlu (d. 1942) ile İsmet
Özel’in (d. 1944) çıkardıkları edebiyat dergisinin ismini de bu vesileyle hatırlatalım.
“Halkın Dostları” (1970-1971).
Tabi bu
söylediklerimizin Ergani ya da benzeri taşra kasabalarında ne kadar etkili
oldu, tespit etmek zor. Ancak eğitim ve okur-yazarlığın yaygınlaşmasıyla artan okunan
roman vb. eserlerin insanların zihni yapılarının gelişimi üzerindeki gücü
küçümsenmemelidir. Sözü edilen Erganili
gençlik örgütlenmesinin asıl ilham kaynağı isimlerinde yer alan “Mao”dan da
anlaşılacağı üzere Çin Kültür Devrimi’ydi. Vaktiyle Maocu hareketin içinde olan
Oral Çalışlar şimdi hatırlamadığım bir televizyon kanalında anlatmıştı. Bu
yıllarda, yani 70’li yıllarda Çin’e davetli olarak gittiklerini ve devrimin
sonuçlarını bizzat kendi gözleriyle gördüklerini ifade etmişti. Belirttiğine
göre gördükleri şeylerden biri de işçileri anlamaları için burjuvaların bir
süreliğine ağır işlerde/fabrikalarda çalıştırılmalarıdır. Mesela bu şekilde
fabrikada bir işçi gibi çalışan bir profesörü gördüklerini ve o zaman hayran
kaldıklarını ifade etmişti. Bu anlayışın en dehşet verici uygulaması ise
vaktiyle Pol Pot tarafından 1976-1979 yılları arasında Kamboçya’da uygulandı.
Tahminen 1,5-2 milyon Kamboçalı kıtlık, yargısız infaz, hastalık ve aşırı
çalışmadan öldü. Kızıl Khmerler yönetimi herkesi köyde yaşamaya ve ziraat
yapmaya mecbur etmekle kalmadı, entelektüel düşmanlığında sınır tanımayarak
gözlük takanları dahi “kitap okumuştur” diye katletti.
Milliyetçilik üzerine
çalışan ve teoriler üreten sosyal bilimcilerin üzerinde ittifak ettikleri bir
husus var. Bir ideoloji olarak milliyetçiliğin –ve diğer ideolojilerin- ortaya
çıkması ve yaygınlaşmasını sağlayan en önemli gelişme, ulaşım ve iletişim
imkânlarının gelişmesidir. Ancak ulaşım ve iletişimin gelişmesi ön koşul olsa
da tek başına yeterli değildir. Bir de kitap endüstrisinin gelişmesi gerekir.
Milletleri ‘hayali bir cemaat’ olarak tanımlayan Benedict Anderson (1936-2015) İmagined Communties[8] adlı
eserinde buna “matbaa kapitalizmi” adını vermektedir. Buna paralel olarak
okuryazarlığın da muayyen bir seviyeye gelmesi gerektiği açıktır.
Sözünü ettiğimiz
koşulların Ergani’de –ve daha başka kasabalarda- bir araya gelmesi 1970’lere mi
oldu? Bu hareketlerin ortaya çıkmasını sağlayan dış koşullar bir yana iç
dinamikler nelerdi? Ali Haydar ağabeyimin mesajı bu soruları sormama vesile
oldu. Bundan sonraki okumalarımda bu soruları aklımın kenarında tutacağım.
[1] Mehmet Özden,
“Bir Halkçı Münevverler Platformu: Halka Doğru Dergisi (1913-1914)”, Milli Folklor, Yıl: 23, Sayı: 89 (2011),
s. 111
[2] Aynı makale, aynı yer.
[3] Nevin
Coşar, "Aşar Vergisinin Kaldırılma Nedenleri”, Toplumsal Tarih, VI/35 (Kasım 1996), s. 28
[4] Milli
mücadele ve döneminde Bolşevikler ve sol hareketler hakkında Emel Akal’ın
kitaplarına bakınız.
[5] Zafer Toprak, "II. Meşrutiyet Döneminden Cumhuriyetin İlk
Yıllarına Halkçılık Fikrinin Gelişimi", İnsan&İnsan, VI/20 (Bahar 2019), s. 139.
[6] Asım
Karaömerlioğlu, Orada Bir Köy var Uzakta: Erken Cumhuriyet Döneminde Köycü Söylem,
1. Baskı, İstanbul, İletişim, 2006, s. 63.
[7] Eserin yeni
baskısı YKY tarafından yapılmıştır. N. Ataç, Okuruma Mektuplar& Prospero ile Caliban, 6. Baskı, İstanbul,
2018.
[8] Hayali Cemaatler, Çev. İskender Savaşır,
1. Baskı, İstanbul, Metis, 2007.
Ellerine emeğinize sağlık abi Eğitimli bir toplum aydın bir gelecek
YanıtlaSil