ÖZCÜLÜK, İNDİGEMECİLİK VE AŞIRI SAĞCILIK (FAŞİZM)

İslâm hakkında sık muhatap olduğumuz / maruz kaldığımız bir söylem var. Bu söylem, İslâm’ı Taliban, Daeş, el-Kaide vb. gibi şiddet taraftarı fundamentalist yapılarla özdeşleştirmektedir. Bu İslâm’ın totaliter bir siyasal ve toplumsal yapı olarak görüldüğünün işaretidir. “Oryantalist” olarak tanımlanan bakış, İslâm’ı din, devlet, toplum ve bireyin kendi içinde özerkliğinin olmadığı, yekpare bir toplum yapısını öngören bir din ve anlayış olarak kodlamaktadır. İslâm “öteki” olarak konumlandırılmaktadır. Ötekinin bu şekilde tanımlanması kendi konumunun da belirlenmesi demektir. Dolaysıyla Batı, bunun karşısında kendini din, devlet, toplum ve bireyin kendi içinde özerk olduğu bir dünya olarak tanımlamaktadır. Bu da “Batı” dünyasının sekülarizm, demokrasi ve hukukun üstünlüğünüm egemen olduğu bir dünya olarak sunulmasından başka bir şey değildir.

Batı dünyasının bu şekilde tanımlanması aslında yeni değildir. Mesela Montesquieu (1689-1755) daha XVIII. yüzyılda “Doğu”yu despotizmle özdeşleştirir. (Doğu despotizmi) Bunun “Batı”nın anti-despotik, dolaysıyla hukukun egemen ve özgürlüğün olduğu bir siyasi ve toplumsal yapı ile özdeşleştirmek anlamına geldiği açıktır. Ne var ki Lettres persanes (İran Mektupları) (1721) adlı eserin yazarı olan ve doğuyu avucunun içi gibi biliyormuşçasına anlatan Montesquieu Venedik’in daha doğusunda yer alan hiçbir yeri görmemiştir. Yani anlattıklarının gözlem ve bilgi temelli bir dayanağı yoktur, sadece önyargıya dayalıdır.

Bu önyargıya ait başka örnekler de verilebilir. Ancak amacımız bunu çoğaltmak değil. Asıl amacımız bu önyargının günümüzde aldığı biçim hakkında yazmak. Yukarıda değindiğimiz bu oryantalist bakış maalesef günümüzde İslâm dünyasında (genel manada Doğu’da) da ma’kes bulmuştur. Nitekim gerek güya dürüstlük gereği ve gerekse yanlış bilgi ve başka nedenlerle İslâm dünyasında da bu anlayışı olumlayanlara ya da meseleyi aynı mantıkla kavrayanlara da rastlanmaktadır. Sosyal medya bunu daha görünür kıldığı da muhakkak.

İslâm’ın şiddeti olumladığı ve “geri” olanı temsil ettiği söylemine başvuranlar ister doğuda ister batıda olsun aynı dertten muzdariptir: Özcülük. Yani İslâm’ın (ya da genel olarak Doğu, yani Batı-dışı toplumlarının) değişmez bir öze sahip olduğunu varsaymaktadır. Tabi aynı durum –olumlu anlamda- Batı için de geçerlidir. Batı’nın özünü ise kapitalizm, sekülerizm, demokrasi ve hukuk gibi kavramlarla özdeşleştirmektedir. Haliyle “öteki” “Batı”nın temsil ettiklerinin tam aksi ile özdeştir.

Bunun bir tarih yorumu olduğu söylenebilir mi? Hayır. Çünkü tarih, dünya, insan ve toplumların mütemadiyen değiştiğini anlatır. Muayyen ve değişmeyen bir “öz”ün varlığına inanmak tarihi inkâr etmek demektir. Milliyetçilik de böyle bir özcülüğe dayanır. Yani değişmeyen “millet” denilen yapıların var olduğunu ve bu milletlerin her birinin ezelden ebede değişmeyen bir “öz”e sahip olduğunu varsayar. Dolaysıyla İslâm hakkındaki sözünü ettiğimiz söylemler de nihayetinde milliyetçi söylemlerdir. Sadece Batılı değil yerli söylemler de milliyetçi özcü söylemlerdir. Yani hepsi aynı anlayışın sonucudur.

Batıda bugün merkezi de esir alan aşırı sağcı, daha doğrusu faşist çevrelerin bu söylemlerine ilham veren entelektüel dayanakları var mıdır? Yani Batıyı kapitalizm, demokrasi, hukuk temelli bir dünya, bir başka tabirle Batı dünyasının bunları ürettiği, ama İslâm dâhil doğu dünyasının bunları üretemediği dolaysıyla “geri”yi temsil ettiği söylemini besleyen entelektüel dayanaklar nelerdir?

Oryantalist söylem, yüzyıllardır doğu toplumlarını ziyaret eden seyyahlar başta olmak üzere her alanda üretilen popüler eserler üzerinden yaygınlaşmıştır. Aynı zamanda Doğu, (akademik) bir inceleme nesnesine dönüştürülmüştür. Bu söylem Batı dünyasının kendi kendini inşasının bir parçasıdır. Öyle ki büyük filozof ve sosyologların ürettikleri tezlere dahi sızmıştır.

Yukarıda Montesquieu’ya değindik. Onun için başka örnekler üzerinden gidelim. Karl Marx (1818-1883) şüphesiz XIX. yüzyılın en önemli düşünürlerindendir. Aynı zamanda bir tarih teorisi üretmiştir. Sınıf çatışması temelli bu teori insanlığın antik-köleci toplumdan feodal topluma, feodaliteden ise kapitalizme (kapitalist topluma) evirildiğini ileri sürer. Dahası bir gelecek projeksiyonu vardır Marx’ın. Kapitalist toplumun aynı şekilde diyalektik bir süreç sonucunda komünist topluma evirileceğini ileri sürer. Bu Hegelci anlamda “tarihin sonu” demektir. Ya da Karl R. Popper’in (1902-1994) tabiriyle Ahd-i Atik’teki (Tevrat’taki) “cennet”in yeryüzüne taşınmasıdır.

Gelecek projeksiyonu bir tarafa bırakılırsa, Marx’ın yorumu tarihin diyalektik bir süreç sonucunda sürekli değiştiğini ifade eder. Ne var ki Marx’ın bir başka tarih yorumu da vardır: Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT). Avrupa-dışı toplumlar için üretilen bu tarih yorumu, bu toplumların dinamik değil durağan olduğu varsayımı üzerine kurulmuştur. Marx, insanın yaşadığı coğrafya (mekân) ve zamanın çocuğu olduğunu varsayar. Bu günümüz sosyal bilimlerinde genel kabul görmüştür. Marx’ın ATÜT teorisi de onun Avrupa’daki Doğu’yu Batı’nın ötekisi olarak konumlandıran yorumlar ve genel manada XIX. yüzyılın ‘Batı üstünlükçü’ atmosferin içselleştirdiğini göstermektedir.

Marx’tan başka bir örnek gene onun gibi büyük bir sosyolog olan Max Weber’dir. (1864-1920) Weber ile Marx’ın temaları arasındaki benzerlik kapitalizmle yakından ilgilidir. Çünkü ikisinin sorduğu sorular arasında biri var ki ortaktır: “Kapitalizm nasıl doğdu?” Ancak Weber’in yaklaşımı Marxçı ekonomizmden çok farklıdır. Onun Protestanlık Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu adlı eseri kapitalizmin arkasında nihayetinde din kaynaklı fakat sekülerleşen davranış kalıplarının içselleştirilmesini görür. Burada “din” deyince aklınıza “Hıristiyanlık” gelmesin, hatta eserin başlığında ifade edilen Protestanlık dahi değil, Protestanlığın versiyonlarından biri olan Kalvenizm’in bir alt dalıdır sözkonusu edilen. Ayrıca Weber dinle kapitalizm arasında doğrudan, mekanik bir sebep-sonuç bağlantısı kurmaz. Yani katı determinist düşünmez. Basitleştirerek ifade edersek, sadece sözü edilen Kalvenizm’in sahip olduğu ‘ethos’un ‘kapitalizm’in gelişimine uygun olduğunu anlatmaya çalışmaktadır.

Aslında Weber dünyadaki değişimi kapitalizmin doğuşundan da öte günümüzde “modernleşme” dediğimiz gelişmeleri anlamaya çalışmaktadır. Bunu değişimi de “dünyanın büyüsünün bozulması” olarak tanımlamıştır. Bunu Émile Durkheim’dan (1857-1917) mülhem “profan”laşma kavramsallaştırılması ile de karşılanabilir. XIX. yüzyılın keskin ve hızlı dönüşümünü anlamaya çalışan bu sosyolog-filozoflar bugün modernleşme ve sekülerleşme dediğimiz gelişmelerle ilgilenmişlerdir. Çünkü problemleri çözmek için önce problemin mahiyetini anlamak gerekir.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra revaç bulan modernleşme teorilerine gelince, bu teorilerden en önemlisi “modernleşme” ile “batılılaşma”yı özdeşleştiren anlayıştır. Bu modernleşme teorisi de yukarıda bahsedilen sosyologların teorileri gibi Avrupa-merkezcidir. Oysaki tarihyazımında bu anlayış bugün terk edilmiştir. Mesela bugün tarih, sekülerleşme ya da modernleşeme denilen gelişmelerin salt Avrupa/Batı kaynaklı olduğu varsayımını sorgulamak bir yana, bu durumun küresel olduğunu kabul eden bir anlayışla yazılmaktadır.

Avrupa’da daha doğrusu Batı dünyasında yükselen aşırı sağcı akımların bununla ilgisi ne? Sıra bu soruyu cevaplamaya geldi. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi Avrupa-merkezcilik bugün eleştirilse de evvelden beri var olan bir eğilimdir. Çağımızın önemli değerleri olarak kodlanan çeşitli gelişmelerin Batı tarihinin özgül sonucu olduğu varsayımı bu teorilerin doğal varsayımlarıdır. Ancak Marx, Weber ya da diğer sosyolog veya filozofların hiçbiri bugünkü Batılı sağcılar gibi köşeli ifade etmemişlerdir. Dahası onların teorileri –Weber’i özcülükle itham edenler olmuştur gerçi- toplumların değişmez bir “öz”ü olduğunu kabul eden özcülükten uzaktır. Ancak sözü edilen faşizan varsayımların tamamı özcüdür.

Bunun nedeni nedir? Gayet basit. Örnek olsun diye sözünü ettiğimiz sözkonusu teoriler dâhil başlıca modernleşme ya da tarih teorileri vülgarize edilmektedir. Bu vülgarizasyon sözkonusu teorileri basitleştirilerek ve ‘Batı üstünlükçülüğü’nü vurgulayarak ırkçı bir anlayışla deforme edilmektedir. Örneğin sekülerizmi üretenin Batı kültürü, hatta Hıristiyanlık olduğu ileri sürülmektedir. Sadece sekülerizim değil modernleşme, kapitalizm ve demokrasi gibi “değerler”, Batı kültürünün hatta Hıristiyanlığın üretimi olarak sunulmaktadır. Bu anlayış Batı kültürünün ileri ötekilerin geri olduğunun bariz bir göstergesi varsaymaktadır. Marx, Weber ya da diğer düşünürler yaşasaydı ve kendi teorilerinin bu şekilde vülgarize edilerek kötüye kullanıldığını görselerdi bu durum karşısında dehşete düşerlerdi muhtemelen. (Ancak çeşitli teorilerin farklı okumalara tabi tutulması kaçınılmaz. Önemli olan bu okuma(lar)ın özcü olup olmadığı, faşizme alet edilip edilmediğidir.)

Batı’da durum buyken Türkiye’de ya da dünyanın diğer yerlerinde durumun farklı olmadığını da belirtelim. Aşırı sağcıların İslâm dinini okuma biçimi üzerinden örnek açıklayalım. İslâmophobia’yı (İslâm korkusunu) yayan bu güruh, İslâm sözkonusu olduğunda tarihi tersten okuyarak İslâm dininin ya da “kültürü”nün yukarda ifade edilen değerlerin Batılı ve Hıristiyanlığın aksine üretme kapasitesine sahip olmadığını ileri sürmektedir.

Dananın kuyruğunun koptuğu nokta burasıdır. Çünkü bu okumanın tekraren tersine çevrilerek okunması ile bizzat kendisi arasına esasta bir fark yoktur. Çünkü Batı ya da İslâm kültürü veya Hıristiyanlık veya İslâm dinin kendisinin tarihe yön verdiğini söylemek kabul edilemez. (Lütfen tezin kendisine değil, arkasındaki özcü varsayıma dikkat ediniz.) Hangi din veya kültür olursa olsun bunların değişmeyen bir öz ve yapı ürettiğini ileri sürmek özcülüktür. Dolaysıyla sadece batılı aşırı sağcılar değil, İslâmcılık ya da Türkçülük (Kürtçülük, Arapçılık vs.) üzerinden de bu varsayımlar olumlanabilinmektedir. Dikkat edilmesi gereken bir nokta da burasıdır.

‘O zaman ne yapmamız gerekir?’ diye soranlar olabilir. Gayet basit. Hoşumuza gitmeyen bu çeşit tezlere karşı benim “tersten kabullenme” dediğim şekilde de tuzağa düşmemek gerekir. Bu tersten de olsa düzden de olsa “tarih”in reddi anlamına gelir. Bu varsayımlar tarihin karmaşık bir süreç olduğunu inkâr ederek basite indirgemektedir. Keza çeşitli kültür ya da dinlerin muayyen –aslında sağlıklı bir şekilde tanımlanamayan- değişmez özleri olduğunun kabul ettiğini de söylemiştik. Ki zaten bu da tarih dışı bir okuma yapıldığının göstergesidir.

Aşırı sağcıların Müslümanlara Kur’an üzerinden saldırmalarının sebebi de bundandır. Çünkü Müslümanların bu kitabı okuyup kendileri gibi anladığını ve ona göre hareket ettiğini varsaymaktadır. Bu 1400 yılı aşan tarihin ve geleneğin inkârı ve dinin “kitab”a indirgenmesi demektir. Bazı oryantalistler de tarihten bahsederken kendi kafalarındaki profile uyan bir din ve mü’min profili ile hareket etmişler, bu resme uymayanları da ya önemsizleştirmek ya da istisna olarak sunmuşlardır.

Özetlersek “Batı üstünlükçü” (ırkçı) anlayışların yüzyıllar önceye giden kökleri vardır. XIX. yüzyılın büyük sosyolog ve filozofları dahi yaşadıkları çağın ima ettiği bu atmosferden doğaldır ki etkilenmişlerdir. Ürettikleri tezlere dahi bu varsayımlar sızmıştır. XIX. ve XX. yüzyılda Batı’nın ekonomik ve teknolojik üstünlüğünü bütün dünyaya dayatmasıyla beraber kendini yukarıda konumlandırdığı gibi diğerlerini hor gören bir anlayış yerleşmiştir. Modernleşme tezleri bu anlayışın bariz yansımasıdır. Diğer taraftan son yarım asırda yabancı işçi ve mülteciler meselesinin gelişimi, tarihsel arka-planla beraber günlük hayatın çeşitli korkularıyla beslenerek “Batı üstünlükçülüğü”nün kitlelere yayılması ve içselleştirilmesini sağladı. Yukarıda da söylediğimiz gibi bu söylem “özcü” ve “tarihdışı”dır (anakroniktir).

Çuvaldızı başkalarına batırdık. Sıra iğneyi kendi bedenimiz üzerinde denemekte. Benzer varsayımların “Doğu” kültürleri veya İslam dâhil diğer dinler üzerinden sunulması da ırkçılıktır. Üstelik bunlar düpedüz yanlış varsayımlardır; anakronik ve bilim dışıdır. Aynı varsayımların Hıristiyanlık yerine ‘İslâm’ ya da başka bir din üzerinden kabul etmek bir şeyi değiştirmez kısacası. Unutmayalım ki Hıristiyan aşırı sağcı ile Müslüman aşırı sağcı arasında bir fark yoktur.

 

Yorumlar

  1. Bu konuya ne zaman değineceğinizi merak etmiştim, çok güzel olmuş. Elinize sağlık efenim.

    YanıtlaSil
  2. Ellerine kalemine sağlık abım güzel Bir konu iyi bir yazı aydınlatıcı bilgilendirici yazın için teşekkür ederim iyi çalışmalar dilerim

    YanıtlaSil
  3. Ellerinize sağlık,yine muhteşem, bilgilendirici ve düşündürücü bir yazı 😍❤️

    YanıtlaSil
  4. Teşekkür ederim Abdurrahman; beynine/yüreğine sağlık.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar