SÜREKLİLİK,
KIRILMA VE GÜNLÜK HAYAT
Bir hafta kadar önce
biyometrik fotoğraf çektirmek için mahallemizin fotoğrafçısına uğradım. Çeyrek asırdan
beridir tanıştığım ve her karşılaştığımda selamlaşmayı ihmal etmediğim fotoğrafçımızla
bu vesileyle bir süre sohbet ettim. Havadan sudan akla gelebilecek birçok
konuda kelam ettik. Ama benim dikkatimi “kişisel bilgilerin gizliliği”
dolaysıya yaşadıkları sorunlar vesilesiyle söyledikleri çekti. Söylediği şu:
Fotoğrafçılık doğası gereği arşive dayanır. Oysa şimdi “kişisel verilerin
koruması” yasası gereği kişilerin yazılı rızası olmadan onlara ait resimlerin
arşivinin tutulması yasaya muhalefet demek. Bu da değinildiği gibi mesleğin
doğasına aykırı. Meslektaşları açısından en önemli “problem” olarak tanımladığı
bu meseleyi anlatırken kendisini “esnaf” olarak tanımladı. Bu işi usta-çırak
ilişkisi içinde öğrendiğini ifade etti. Kendilerinin esnaf olmaları dolaysıyla
“ahilik” geleneği içinde olduklarını, ustasını rahmetle yadederek bu mesleği
usta-çırak ilişkisi içinde öğrendiğini de anlattı. Emekli olan her ustanın
işini kalfasına devrettiğini örnekleriyle sundu. İşini kalfasına devreden her
ustanın aynı zamanda arşivini de devrettiğini ve bunu kamuya ilan ettiğini de ekledi.
‘Bunda ne var? Niçin
bu kadar önemli?’ diyenleriniz olabilir. Bence önemli. Önemli gördüğüm için bugünlerde
çok kafam çok dolu ve iş yoğunluğundan bunalmama rağmen yazmak için
bilgisayarın başına oturdum. Şimdi niçin önemli gördüğümü izaha çalışayım.
Benim dikkatimi çeken
en önemli hususlardan biri şu. Fotoğrafçılık sanayileşme ile ortaya çıkan bir
zenaat. Geleneksel bir zenaat değil. Tarihi iki asrı bulmaz. Ama bugün bu
zenaatı icra eden kişi kendini geleneksel esnaf ahlak ve geleneği içinde ifade
ediyor. Sanayileşmenin geleneksel değerleri aşındırarak bireyselleştirmeyi
beraberinde getirdiği hep söylenegelmiştir. Oysaki fotoğrafçı için böyle bir
şey sözkonusu değil. Kendisi ile işi arasında irtibat kurarken cemaat
değerlerine göndermede bulunuyor. Demek ki sanayileşme sonrasında ortaya çıkan
bir zenaat ehli dahi, kendilerini sanayi sonrası değerler ile ifade etmemiş,
geleneksel değerlere göre tanımlamış. Kadim “ahilik” denilen esnaf ahlakını bu
alana da taşımış. Tabi bugün kurulan böyle bir zihni irtibatın kurgu olduğunu ileri sürenler de olabilir. Bu en
azından kısmen doğrudur da. Fakat bunun önemi yok. Çünkü nihayetinde sözkonusu
değerler yeni koşullar içersine kendini yeniden üretmiştir. Bu değerleri
içselleştiren esnaf böylece kendini geçmiş ile bugün arasında süreklilik içinde görebilmiştir. Keza
modernleşmenin geleneksel değerlerin karşısında tanımlayan şemanın da en azından bazı hâllerde doğru
olmadığını da göstermektedir.
Bu izahattan sonra
şunu söyleyebilirim. Sözkonusu fotoğrafçı muhafazakâr
bir tasavvur içinde yaşamakta ve kendini bu şekilde ifade etmektedir. O
bekli de bunun farkında değil. Çünkü -doğaldır ki- içeriden bir bakışa sahip.
Dışarıdan bir bakışa sahip olmadığından meselenin teorik olarak ifade edilmesi
ile ilgili değil. İfade ettiğimiz muhafazakâr tasavvurun tarihe bakışı ile
sözkonusu fotoğrafçının bakışı arasında birebir örtüşme vardır.
Muhafazakârlıkta tarihe veya tarihsel değerlere/geleneklere bakışta bugün ile geçmiş (tarih) arasında süreklilik
vardır. Bugün geçmişinin bitiş
noktasıdır. Tarih bu şekilde algılanır. Muhafazakâr teorisyenler bundan dolayı “tarih”
derken akademik tarihçiliğin kurucusu Leopold von Ranke’nin (1795-1886) ileri sürdüğüne
benzer bir şekilde tarihsel olayların olduğu gibi anlatılmasını kastederler.
Oysaki –başka nasıl tanımlayacağımı bilemedim- kendini “ilerici” olarak
tanımlayan ideolojiler üzerinden ifade edenler ise tarihi böyle tanımlamaz. Bugün geçmişten bugüne
gelen akışın bitiş noktası değil, gelecek için başlangıç noktasıdır. Bu noktada tarih, geleceğin nasıl olacağını
belirlemek için bir projeksiyon görevi görür. Bu noktada tarih dediğimiz şey
artık geçmişin bir anlatısı olmaktan çıkar. Kurgu ile tarih arasındaki fark
belirsizleşir.
Fotoğrafçının durduğu
nokta net. Sizin de bu kadar net bir dünya görüşünüz var mı?
En az bu kadar önemli
başka bir soru.
Bu şekilde “net”
dediğimiz bir “dünya görüşü” sahibi olmak şart mı? İlla tanımı gereği birbiriyle
karşıt dikotomiler üzerinden düşünmek zorunda mıyız? Bunu aşamaz mıyız?
Şimdilik bu kadar.
Başka bir yazıda belki kaldığımız bu noktadan başlayarak meseleyi daha ileri
noktalara taşırız.
Ellerine duygularına sağlık abim teknoloji ile hayatımıza giren bir çok yenilikleri yaşam, yaşamak için uyum sağlamak gerekiyor teknoloji ile bir çok meslek ve iş hayatı sıkıntı çekti kimi uyum sağlayıp kimi kopmak zorunda kaldı değişen dünya ile insanlarda değişiyor belki konuyu dağıttım kısaca evrimlesiyoruz teknolojisi ile birlikte
YanıtlaSilEsnafın bakış açısı bana göre hatalı. Hangi uygarlık, hangi toplum eski uygulamaları, bakış açısını birebir muhafaza ederek günümüze taşıyabilmiştir. Çağa ve kanunlara, uygulamalara ayak uydurarak ilerleyebileceğimiz kanısındayım.
YanıtlaSil