AHMET
HAŞİM VE ORYANTALİZM
Ahmet Haşim’i
Türkiye’de orta öğretim seviyesinde öğrenim gören herkes biliyordur. En azından
bir şair olarak. Ve ünlü Merdiven ve Bir Günün Sonunda Arzu şiirlerini de gene
en azından ders kitaplarından birçok kişi okumuştur. Ancak Haşim’in denemeleri
de en az şiirleri kadar önemlidir. Sözü edilen deneme kitapları Bize Göre, Gurebâhâne-i Laklakan, Frankfurt
Seyahatnamesi’dir.[1] Ali Canip
Yöntem’den Ahmet Hamdi Tanpınar ve Mehmet Kaplan’a kadar birçok yazar onun
nesirlerinin orijinalliği ve güzelliğini takdir etmişlerdir. Bu yazılarını
yayına hazırlayan Mehmet Kaplan onun bu denemelerinde “fikirlerinden birçoğunu
benimsediği Alain’in ‘Propos’larını örnek” aldığını ifade etmektedir.
Başka bir vesileyle
onun Gurebâhâne-i Laklakan adlı eserinde
yer alan “Müslüman Saati” adlı denemesinden bahsetmiştim. Bu denemede Haşim
alaturka saatten alafranga saate geçiş metaforu üzerinden yaşadığı çağdaki
değişimi anlatmaktadır. Bu değişim Haşim’i hüzünlendirmiştir. Ancak o
değişimin kaçınılmazlığı ve bu değişime direnmenin anlamsızlığının da
farkındadır. Ancak kaybedilenlerin yasını tutmak gerektiği bilincinden de
yoksun değildir.
Burada bahsetmek
istediğim deneme ise gene Gurebâhâne-i
Laklakan adlı kitaptan ve kitabın başında kitaba ismini veren deneme. Bu
denemede Haşim Bursa’ya gittiğini anlatıyor. Bir gün Hüdavendigar (I.Murad)
Türbesini, başka bir gün Yeşil Cami’i ziyaret ediyor. Yeşil Cami’nin kayyumu
ile uzun uzun sohbet ediyor. Kayyum Haşim’e Ahmet Vefik Paşa’nın Bursa valiliği
döneminde “De Parville isminde bir Fransız mimarın nezareti altında gömülü
olduğu topraklardan çıkarılıp tamir ettiği zaman çalınmış çinilerden” söz açıyor.
Sonra da “Bursa’da elli altmış seneden beri yerleşen Türk dostu ve Türklere has
san’at meraklısı Greguvar Bay isminde zatla görüşmesini tavsiye” ediyor. Haşim
de bu tavsiyeye uyarak ‘deha’dan mahrum bir nevi Pierre Loti” olarak tarif
ettiği Greguvar Bay’ı ziyaret eder. Bay, onu konuk ederek oturduğu köşkü ve
bahçesini gezdirir. Tabi bununla beraber toplamış olduğu çeşitli antika ve
sanat eserlerini de.
Onun “Türk san’atını
sevişi ve anlayışı bir çok yabancılarınki gibi” ifadesiyle hoşnutsuzluğunu belli eden Haşim, bunları
ayrıntılarıyla anlattıktan sonra Bay’a izlenimi sonucunda edindiği kanaati açık
fikirlilikle dile getirir:
“- Mösyö Bay, bilmiyorum
niçin, siz yabancıların Türk ve umumiyetle Doğu san’atını takir edişinizde
izzetinefsi yaralayan bir şey var. Görmekten geldiğimiz ‘Gül ve Bülbül”
odasında[2] bana
eski bir legen göstermiştiniz ve bakır levha üzerinde ufak deliklerden yapılmış
nakışlara karşı, ifratı bile aşan bir hayretle, şaşırmış görünmüştünüz; fazla
beğenmiş olmaktan ziyade fazla şaşmış… Eserlerimize karşı hayretiniz -bize öyle
geliyor ki- zekâmızı hakîr görmenizden ileri geliyor. Biz hayret verici değil,
fakat hayrete değer derecede güzel şeyler yaptık. Üç dört bin sene evvel ehram
yapılmış, Lüksor tapınağının sütunları dikilmiş ve bütün bunlar, bizim gibi iki
kollu, iki bacaklı fakat tecrübe ve ilimce bizden sonsuz derecede aşağı olması
lazım gelen insanlar tarafından yapılmış iken, bugün veyahut üç yüz sene evvel,
bakır bir levhayı süslü bir dantelâ haline koymuş olmakla bir insan için acaba
hayrete değer ne olabilir? Mucizeler vasıtaların iptidaî olduğu devirlerde
olurdu. Bugün ise insan için uçmak bile mucize değil! Şu kadar bin kiloluk bir
ağırlığı, eskiden kervanların on günde katedemediği mesafelere, bir saniyede
fırlatmakta bile artık fevkalâdelik yok! Belki kunduzun dişleriyle ağaç rendelemesi
hayret vericidir, fakat insanların bir bakır levhayı oyması hiç öyle değil!”
Haşim’in hoşlanmadığı
şey nedir? Önce bunun adını belirleyelim: Oryantalizm (Şarkiyatçılık).
Oryantalizm’i kısaca Doğu’yu Batı’nın ötekisi olarak kodlanması diye tarif
edebiliriz. Bu Doğu’nun araçsallaştırılması yanında değişen ve dinamik Batı’nın
aksi olarak değişmeyen/sabit bir kategori olarak görülmesidir aynı zamanda.
Böyle olunca Batı kendini tanımladığı “Doğu” kategorisinin tersinden tanımlamakla
kalmıyor, “öteki”ni aşağılayarak kendinin üstün konumda olduğunu da vurguluyor.
Oryantalizm’i bu şekilde tanımlayan ve sosyal ve beşerî bilimlerde meseleyi bu şekilde
ortaya koyan Orientalism; Western Conceptions of the Orient (1978)[3] adlı
eserinde aslen Filistinli olan Edward W. Said olmuştur.
Bu açıdan bakınca E.W.
Said’den yarım asırdan daha uzun bir süre önce Haşim’in Greguvar Bay’ın güya
“Doğu san’atı”nı öven sözleri ve vücut dilinden rahatsız olması hem ilginç, hem
de takdire şayandır. Niçin ilginç olduğu anlaşılmıştır sanırım; ama niçin takdire
şayan olduğu açıklamaya muhtaç. Çünkü XIX ve XX. yüzyılda Türk aydınları Batılı
gözlemcilerinin çeşitli konularda Türkleri ya da Müslümanlara yönelttikleri
övgüleri genellikle sorgulamamışlardır. (Gene aksi durumda ise genellikle
kategorik bir milliyetçilik/hamaset diline başvurulmuştur.)
Bununla
ilgili bir örnek verelim. Leon Cahun’un Introduction a l'historie de l'Asie (Asya Tarihine
Giriş) adlı eseri 1896’da yayınlandı. Bu eserin
Türklerle ilgili bölümleri üç yıl sonra Necip Asım tarafından Türkçeye
çevrildi. Ziya Gökalp 1896’da İstanbul’a geldiğinde ilk aldığı kitabın bu
olduğunu belirterek şöyle diyor: “Bu kitap adeta pan-türkizm mefkûresini teşvik
etmek üzere yazılmış gibidir.”[4]
Oysaki bu kitap Türklerin ‘savaşçı karakteri’ni överken medenî bir millet
olmadığını vurgulamaktadır. Ayrıca “gerçek Türk ruhu”nun İslam’ın dışında Orta
Asya’da olduğunu söylemektedir.”[5]
Böylece sadece Türklerin İslam medeniyetine bir katkısı olmadığını ima etmiyor, aynı zamanda lafı nerdeyse ‘Orta Asya’dan ayrılmasaydınız daha iyi olurdu’ demeye getiriyordu.
Sadece
Gökalp’in değil genelde Türk aydınlarının ‘Türklerin savaşçılıkları’nı övüyor
diye aşağılayıcı mahiyetteki diğer mesajları dikkatten kaçırmaları manidardır. Bunun
içindir ki Haşim’e yaşadığı evi gezdiren Bay’ın sözleri ve vücut dilindeki
ayrımcılığı/oryantalizmi teşhis etmesi takdire şayandır. Üstelik Haşim “birçok
yabancılarınki gibi” ibaresiyle bunu ilk kez değil bu gibi temaslarında genelde
hissettiğini de ifade etmektedir.
Burada
şu soruyu soralım: Bu ince(likli) ayrımcılığın Türk aydınları genelde farkına
varamazken Haşim’in bu uyanıklığının sebebi nedir? Yazdıklarından anladığımız
kadarıyla en azından çok iyi bildiği Fransızca üzerinden dünyadaki gelişmeleri
takip eden ve kültür düzeyi yüksek biri olan Haşim’in bu uyanıklılığının
arkasında onun ayrımcılığa karşı şerbetli olmasıdır muhtemelen. Aslen Bağdat’lı
olan savaş çıkınca Türk olduğu hatırlanan hatta Çanakkale’de cephede savaşan
Haşim, iş isteyince kendi tabiriyle “hadi oradan Arap” diye aşağılanmıştır.
Şüphesiz bu karşılaştığı tek aşağılanma da olmamıştır. Yani hayatında sık sık
ayrımcılığa maruz kalan Haşim bundan dolayıdır ki adı geçen Fransız’ın hâl ve
tavrındaki ayrımcılığı şıp diye tanımıştır.
Benim
kanaatim bu. Ya sizin?
[1] Biz bu üç eserin tek bir ciltte
toplandığı neşrinden yararlandık. Ahmet Hâşim, Bize Göre, Gurebâhâne-i
Laklakan, Frankfurt Seyahatnamesi,
Haz. Mehmet Kaplan, İstanbul, Devlet Kitapları, 1000 Temel Eser, 1986.
[2] Haşim'in gezdiği evin bölümlerinden
biri.
[3]
Şarkiyatçılık,
Çev. Berna Yıldırım, 11. Baskı, İstanbul, Metis, 2021
[4] Taner Timur, Osmanlı Kimliği, 1. Baskı, İstanbul, Hil
Yayın, 1986, s. 112
[5] Aynı eser, 114
Tebrik ederim.
YanıtlaSilKalemize sağlık
YanıtlaSilTebrikler 👏
SilAğır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden, Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak, Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak...
YanıtlaSilElinize sağlık hocam
Teşekkürler
Sil