SIRADAN İNSANLAR VE KAHRAMANLAR
Başlıkta ‘kahramanlar’ sözcüğünü değil, ‘sıradan
insanlar’ tabirini daha önce yazdım. Bu bilinçli bir tercih. Yazıyı sonuna
kadar okuyanlar bu tercihin nedenini anlayacaktır. Bunu anlarsanız
bu yazıda anlatmak istediğim fikri iyi işle(yebil)mişim demektir aynı zamanda.
Dizi film endüstrisinin altın çağında yaşıyoruz. Bu
hem Türkiye hem de dünya ölçeğinde böyle. Haliyle çok farklı türlerde
filimler/dizi filimler izleyebiliyoruz. Bunlar içerisinde ‘tarih dizileri’ de
var tabiatıyla. ‘Muhteşem Süleyman’ dizisi son çeyrek yüzyılda Türkiye’de tarih
dizilerinden biriydi. Bu dizi aynı zamanda yeni tarih dizlerinin çekilmesine de
vesile oldu. ‘Diriliş Ertuğrul’, ‘Kuruluş Osman’ ve II. Abdülhamid’i konu alan
‘Payitaht Abdülhamid’ bunlardan bazıları. (Ki bu son dizi R.T. Erdoğan’a göndermelerle
bezeli) Aslında bu dizilerin takipçilerinden değilim. Ama bu dizilere ben de
maruz kaldım. Ama bu kadarı bile bazı şeyleri öğrenmek için yetti. Bu dizilerde
tarihin kahramanların eseri olduğu fikri işleniyor. (Adı geçen dizilerin
hepsinde de bir tarihî kahramanın isminin yer alması bir tesadüf değil yani) Bir
başka tabirle tarihin bir yönü olduğunu ve bunu belirleyeninin kahramanlar
olduğu fikri bu filmlerde bir ön-kabul. Bu ön-kabul, tek taraflı değil üstelik.
İzleyiciler de aynı mantık çerçevesinde düşünüyorlar. Yoksa bu dizilerin bu kadar
ilgi görmesi mümkün olmazdı.
Tarihi kim yapar? Kahramanlar mı, sıradan insanlar
mı? Soruyu bu şekilde sorduğunuzda tarihin bir ‘özne’si olduğunu ve tarihin
yönünü bu öznenin belirlediğini kabul ediyorsunuz demektir. Bir başka tabirle tarihin
yönünü sosyal, ekonomik, ekolojik vb. gelişmeler (veya onların toplamının bir
kombinezonu) değil, tek tek özneler belirler. ‘Tarih’ diyoruz diye yanlış
anlaşılmasın, kastettiğimiz bizzat ‘hayat’ın kendisidir. ‘Tarih’ sonuçta
geçmişte kalmış hayatın kendisidir. Geçmişte hayatın ritmini belirleyenlerin
kahramanlar olduğunu düşünüyorsanız, bunun bugün de geçerli olduğunu
düşünüyorsunuz demektir. Başka bir tabirle yarının nasıl olacağını bugünün
özneleri (mesela Biden, Erdoğan, Putin, Macron, Sunak, Mondi, Jinping, Kişida)
belirleyecektir. Sözkonusu öznelerin çok önemsiz olduğunu söylemiyoruz. Ancak
bu düşünce diğer belirleyicileri tamamen yok sayıyor.
Aslında bu düşünce yeni değildir. Kadim çağlardan
beri kahramanların zamanın efendileri olduğu fikri vardır. Firavunlar,
şehinşahlar, imparatorlar sadece devlet başkanları değillerdir. Tanrı(lar) ya
da Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcileridirler. Tabi onların mahalli temsilcileri
de (site yöneticileri, aşiret reisleri, komutanlar, ailede baba vb.) vardır. Bazıları
bugün de varlığını sürdüren kadim dinlerde de aynı anlayış hâkimdir. ‘Peygamberler’
tam olarak bu tür karizmatik liderlerdir. Meşruiyetlerini Tanrı ile irtibat
kurma kabiliyetlerinden alırlar. Osmanlı padişahları da kadim imparatorlar gibi
“Tanrının temsilcileri”dir. Topkapı Sarayı’nın dış kapısında (Bâb-ı Hümâyun’da)
kemerlerin sağ tarafında celî sülüsle yazıldığı gibi. “Es-sultanü zıllullahi
fi’l-arz” (Allah’ın yeryüzündeki gölgesi Sultan)
Kısacası tarihin kahramanlar tarafından yapıldığı
fikri kadim bir anlayışı yansıtır. Bu fikri felsefî bir dille anlatan ve teorik
bir zemine oturtan ise İskoç Tarih felsefecisi Thomas Carlyle’dır. (1795-1881) Amacımız
Carlyle’ın teorisini değil, sıradan insanlar arasında yaygın olan bu anlayışın
kendisini tartışmak. Keza bu fikri savunan sıradan insanların böyle bir
zihniyete sahip olmalarının felsefi sonuçları ve bunun günlük hayata etkileri
üzerine düşünmek.
Her şeyden önce şunu söyleyelim tarihin/hayatın ritmini
belirleyenlerin ‘kahramanlar’ olduğunu kabul etmek demek, diğer insanların iradesinin
olmadığı ya da bu iradenin çok sınırlı olması, dolaysıyla önemsiz olduğu anlamına
gelir. Öyle ya, her şeyi kontrol eden bir ‘özne’ varsa sıradan insanların ne
iradesi olabilir ki? Bu da insan ‘söz ve eylemlerinden dolayı sorumlu tutulamaz’
demektir. Ne var ki bu durum toplumsal hayatta kabul edilebilir değildir. Bu
sebeple insanın sorumluluğunu vurgulamak için “cüz’î irade” diye bir kavram
üretilmiştir. Buna göre “Tanrı” mutlak varlık olarak her şeyi (kaderi) önceden
bilir. Ancak bu durumda dahi birey seçme ve karar verme iradesine sahiptir. Cüz’î
irade bir birey olarak insanın sorumlu olması için yeterlidir. Ne var ki mantık
olarak bu izah yetersizdir. Çünkü mutlak iradenin olduğu yerde cüz’î iradenin
anlamı yoktur.
Tarihin/hayatın yönünü belirleyen kahramanlar
değilse kim(ler)dir ya da nelerdir?
“Kimdir?” sorusuna cevap olarak “sıradan
insanlar”dır cevabını verebiliriz. Şöyle düşününüz. Tekerleği bulan insan,
yelkenli gemiyi yapan(lar), buhar makinesini bulan kişi (James Watt) mi, yoksa
şehirleri veya devletleri yöneten kişilerden biri mi tarihin yönünün (hayatın
ritminin) belirlenmesinde daha etkili oldu? Sıradan çiftçiler, marangozlar,
kumaş üreticileri, debbağlar vb. zanaatkârlar ya da tüccarlar mı tarihsel
gelişimde daha az etkili olmadılar. İnsanlığın bugüne gelişinde bugün
isimlerini bilmediğimiz bu insanların muazzam etkili olduğunu anlamak için
tersinden düşününüz. Mobilyanın, kumaşın, ticaretin, bugün hayatımızda
vazgeçilmez olan bazı küçük aletlerin olmadığını mesela. Demek ki büyük
fatihler, askerler ya da devlet başkanları değil, çoğu kez isimlerini bilmesek
de küçük insanların çabaları insanlığın/tarihin gelişim hızının belirlenmesinde
daha etkili olmuşlardır. “Demokratikleşme” dediğimiz şey de bununla ilgilidir. Zira
sıradan insanların da kendi kaderlerini belirleme (konusunda söz) hakkına sahip
olduğunu imler. Kaderimizin yukarıdan belirlenmesi ise doğaldır ki
sosyo-politik hayatta ‘diktatörlüğe’ karşılık gelir.
Günümüzden de örnek verelim. Bill Gates veya Steve
Jobs başta olmak üzere bazıları üniversite diplomasına dahi sahip olmayan
gençlerin ürettikleri/icat ettikleri mi, yoksa Trump ve Biden gibi Amerikan
başkanları mı insanlığın tarihine/hayatımıza yön verdiler? Farklı bir örnek
verelim. Uçak, otomobil, bilgisayar vb. gibi araçların sadece bir önemli aksamını
tasarlayan usta ya da mühendisin insanlığın (tarihin) gelişiminde etkisi mi önemlidir;
yoksa İsveç krallarının mı? (İsveç kralları yerine benzer başka kişileri de
koyabilirsiniz.) Soruyu başka bir şekilde soralım. Bir veya birkaç asır sonra
hangilerinin ismi daha çok bilinecek? Gates ve Jobs’un mu, yoksa Trump ve
Biden’ın mı? Sizce?
“Tarihin/hayatın yönünü belirleyen nelerdir?”
sorusuna gelince. Bu soruyu cevaplamaya tarihin/hayatın yönünü her zaman
belirleyenin “özne(ler)” olmadığını belirterek başlayalım. Kadim dönemlerin
Tanrı-kral ya da rahip-kralları, son asırlarda çeşitli “millet(lerin)”
kurucuları ya da kurtarıcılarının habire vazgeçilmezliği ve ‘ne kadar önemli
özneler’ oldukları vurgulanırsa vurgulansın, bazı durumlarda
dünyanın/tarihin/ülkelerin geleceğinin belirlenmesinde hiçbir rolleri yoktur, olamaz.
Mesela salgın hastalıklar, iklim değişikliği, sel baskınları, depremler,
yanardağ patlamaları, meteor düşmesi, kıtlık gibi felaketleri düşününüz. Hangi
‘kahraman’ tarihin yönünün belirlenmesinde onlar kadar önemlidir? Kendini dev
aynasında gören ‘insan’lar (özellikle Aydınlanma dönemi sonrasında) kendi
kaderini/tarihin yönünü her halükârda belirleyebileceği zehabına kapıldı.
Oysaki bunun mümkün olmadığı açıktır. Ancak teknolojinin bugün geldiği seviye sayesinde
bu problemlerle kısmen de olsa mücadele etme imkânına sahibiz. Sözü edilen bu
teknolojiyi üretenlerin de sözü edilen ‘kahramanlar’ değil, (birçoğunun) bugün ismini
bilmediğimiz ‘sırdan insanlar’ olması da dikkate şayandır.
Özetle tarihin/hayatın yönünün belirlenmesinde tekil
kahramanlar, devlet başkanları, büyük komutanlar, devlet adamlarının rolü
sınırlıdır. Üstelik bazı durumlarda birey ya da toplum olarak hiçbir rolü
olmayabilir de üstelik. Buna rağmen çeşitli -bizim burada tartıştığımız şekilde
filim ve dizi filmlerde ya da başka- şekillerde sürekli büyük adamların,
kahramanların rolünün büyütülerek gözümüze gözümüze sokulması boşuna değildir
elbet. Böylece bize mütemadiyen bir hiç olduğumuz hatırlatılmakta, bir iradeye
ve (mefhumun muhalifi ile) dünyayı değiştirme gücüne sahip olmadığımız
gösterilmektedir. Sonuç: Öğrenilmiş çaresizlik.
Ancak bu öğrenilmiş çaresizlikle beraber ‘rızanın üretimi’ de gerçekleşmektedir. Bireyin kendini kahramanlarla özdeşleştirilmesi,
sözü edilen ‘rızanın üretimi’ne de hizmet eder. Birey kendini kahramanın
şahsında eritir.
Buradan kişinin kendisini kahramanlarla
özdeşleştirilmesi kötü bir şeydir sonucunu çıkarmayın lütfen. Çocukluğumuzda
ayıla bayıla dinlediğimiz/okuduğumuz Keloğlan Masalları’nı düşünün mesela.
Keloğlan da bir kahramandır sonuçta. Ama sıradan, zayıf ve güçsüzdür. Buna
rağmen hayâl etmekten ve çabalamaktan vazgeçmez. En sonunda da hayâllerine
kavuşur. Amerikan süper kahramanları ise bunun tam aksidir. Sıradan insan
değildirler, özel güçleri ya da yetenekleri vardır. Bundan dolayı bize
yetersizliğimizi ve çaresizliğimizi hatırlatır. Sözü edilen süper kahramanları
kimlerin, nasıl ürettikleri de bu fikri doğrular. II. Dünya Savaşı yıllarında
süper-kahraman temalı resimli romanları üretenler okulda başarılı (Amerikan
filmlerinde “inek” denilen) fakat sporla uğraşmayan bedenen zayıf ve sokakta güçsüz
tiplerdir. Bu kahramanları yaratmaları da bu güçsüzlüklerinin ve
çaresizliklerinin sonucudur. Gerçek hayatta habire itilip kakılan bu insanlar
yarattıkları bu kahramanlar aracılığıyla intikam almışlardır bir bakıma.
Özetin özeti: Kahramanların rüzgârına kapılmayınız. Kahramanlardan
şüphe duyunuz.
Abdurrahman Hocam. Yine harika bir yazı. Kesinlikle katılıyorum. Kahraman diye bildiklerimiz sıradan insanlar olmasaydı zaten kahrraman olamayacaklardı. Bu nedenle başlık 10 numara beyaaa
YanıtlaSilYakpınar
SilGüzel bir yazı geçmişten sadece değil gelecekten de
YanıtlaSilKahramanlar çıktığını gerçek kahramanın kendi hayatımız olduğunu tarihe ismini yazanlar ise yine rolleri ve konumları şartları ve onları Kahraman, gören sıradan insanlar olduğunu , kimi detayları da gerçek kahramnlardir.Diye düşünüyorum örnek Nikola Tesla gibi insan. Yaşantısını şekillendiren vs Birde Dünyaya yön veren ucuz kahramanlar var.
SilSIRADAN İNSANLAR VE KAHRAMANLAR konulu yazınızı okudum. Harika benzerlikler ve sürüklenişlerden söz etmişsiniz. Ellerinize sağlık Hocam.
YanıtlaSil