“MAARİF MODELİ”
DERKEN?
Ulus-devletlerin
toplumu yeniden şekillendirmesini ifade etmek için ‘toplum mühendisliği’ diye
bir kavram üretilmiştir. Fransız ihtilalinden sonra feodal dönemden kalan kurum
ve gelenekler lağvedilmiştir. Jakobenler eski takvimi kaldırarak onun yerine yeni
bir takvim dahi üretmişlerdir. Bu çerçevede toplumun yeniden
şekillendirilmesinde iki kurum ön-plana çıkmıştır. Askerlik ve eğitim. Daha
yirmili yaşlarda olan gençler silah altına alınmakla yetinilmemiş, aynı zamanda
ortak bir kültürün gelişmesine hizmet edecek endoktrinasyona tabi
tutulmuşlardır. Toplumu tektipleştirmeye en çok hizmet eden kurum, askerlikle
beraber eğitim kurumu olmuştur. Sanayileşmenin ortaya çıkışı ve gelişimi de
bunu kolaylaştırmış ve buna hizmet etmiştir. Diğer taraftan sanayileşmenin
öncüsü ve ulus-devletlerin kurucu sınıfı olan burjuvazinin ihtiyaçları ile
siyasi gücü elinde tutan yönetici sınıfların menfaatleri aynı noktada
buluşmuştur. Gene XIX. yüzyılda gelişen bir ideoloji olarak bilimcilik ve
pozitivizm de yurttaşın/teb’anın tektipleştirilmesi ve bir forma dökülmesini
destekler bir kalıbın oluşturulmasına imkân sağlamıştır.
Mustafa Kemal
başta olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadroları Osmanlı
modernleşmesinin eseri olarak çoğu II. Abdülhamid devrinde kurulan eğitim
kurumlarında yetişmişlerdir. Tanzimattan sonra gelişen bu eğitim kurumlarını
tesis edilmesinin amacı devletin ihtiyaç duyduğu ve teknik bilgiye sahip
kadroları yetiştirmekti.
Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra eğitime yüklenen işlev bundan farklı olmamıştır.
Eğitim kalıba dökülmek istenen ideal ‘yurttaş’ın oluşturulmasına hizmet eden
bir araç olarak düşünülmüştür. Bilimci ve pozitivist bir anlayışla hareket eden
kurucu kadrolar toplumu modern kalıplara göre yetiştirmesi gereken aydınlanmacı
felsefeyi ve modern bilimi müfredata yedirmeyi uygun görmüşlerdir. Felsefe ve
bilim dışında dil ve tarih aracılığıyla diğer etnik gurupları yok sayan bir
tektipleştirme de bu projenin bir parçasını teşkil etmiştir.
1926
yılında yayınlanan Maarif Teşkilatı Hakkında Bir Layiha adlı raporda
eğitim sistemlerinden eğitim projelerine kadar her konuda önemli tespitler
vardır. Rapor pozitivist bir anlayışla hazırlanmıştır. Eğitim yoluyla sadece ‘öğrenci-birey’i
değil, bir plan çerçevesinde tüm toplumu dönüştürmeyi hedeflemektedir. Raporda imkân
ve ihtiyaca göre ilk, orta, lise, muallim (öğretmen) ve sanat okullarının
(bugünkü meslek liseleri) bir araya getirilmesi istenmektedir. Bunun toplumun
modernleşmesine de büyük katkısı olacaktır. Zira “buradan mezun olacak genç kız
ve erkekler, (…) medenî bir hayatın propagandacıları” olacaklardır. “Hülasa,
bu mıntıka merkezlerinde, tesis için
çalıştığımız müstakil cemiyetin küçük bir numunesini meydana getireceğimizden
ve bu cemiyetin bütün fikrî, içtimaî (sosyal) ve iktisâdi (ekonomik)
faaliyetleri burada bulunacağından, bu tesanüt (dayanışma) mektep âleminin, (…)
dolaysıyla bütün mıntıkanın zihniyeti, telâkkisi ve yaşayış şartları üzerine
çok mühim ve ıslah edici bir tesiri olacaktır.” (Vurgular benim) Ne var ki
bu raporda ifade edilen hedeflere ulaşmak için ne maddi ne de diğer koşullar
yeterli değildi.
Köy
Enstitüleri’ni kurmanın amacı da tektip yurttaş yaratmak isteğinin bir
parçasıdır. O dönemde eğitim hizmetinden nerdeyse hiç yararlanamayan köylü
nüfus toplam nüfusun en az dörtte üçünü oluşturuyordu. Maddi imkanlar kısa
sürede köylere eğitim hizmeti götürmeye yeterli değildi. Köylülerin emeğinden
yararlanarak geliştirilen bu kurumların inşasında (aynı zamanda) sanayileşmenin
getire(bile)ceği hızlı şehirleşmeden duyulan endişenin de payı vardır. Bu
şekilde köylüler hem modernleşecekler, hem de köyde yaşamaya devam edeceklerdi.
Ancak ülkede modernleşme ve sanayileşmede ivmenin değişimi/artması bu hedefi
anlamsız kılacağı açıktır. Ki zaten bu eğitim kurumlarının ömrü uzun olmadı.
Modern eğitim
kurumlarının gelişmesiyle beraber ortaya çıkan önemli sorunlardan bir tanesi
“müfredat” meselesidir. Bu meseleyi basitçe eğitim kurumlarına devam eden
öğrenci-bireye neler öğretileceğinin belirlenmesi olarak tarif edebiliriz. Batı
Avrupa’da müfredat meselesi bizdeki kadar önemli olmamıştır. Çünkü müfredatı
belirleyecek olan muayyen bir seviye için öğrenilmesi/tetkik edilmesi gerekli
eserler bellidir. Bu modernleşmenin çok daha yavaş bir ivme ile yaşanmasının
sonucudur. Oysaki Türkiye gibi ülkelerde bu çok daha hızlı yaşanan bir
süreçtir. Bunun sonucunda eski müfredat işlevsiz kalmıştır. Medreseler yerinde
dururken başka eğitim kurumlarının kurulması da bu süreçle yakından ilgilidir.
Bir başka tabirle eski müfredat işlevsiz ve anakronik (siz ‘çağdışı’ da
diyebilirsiniz) hale gelirken bu kısa süre içinde onun yerini dolduracak yeni
bir içerik üretilememiştir. Okullarda batılı müfredatın okutulmaya başlaması
bununla ilgilidir. Ayrıca bu sorun sadece Türkiye’ye ait bir mesele değildir.
Batıyı model alarak modernleşen tüm toplumlar için geçerlidir.
Öğretilmesi
gereken teknik bilgi sözkonusu ise aslında bu konuda önemli bir sıkıntı yoktur.
O konuların daha çok belki nasıl öğretileceği tartışma konusu olmuştur. Ancak
yurttaş yetiştirmeye yönelik derslerin içerikleri her zaman önemli (bir sıkıntı
kaynağı) olmuştur.
Bu girizgahı
yapmamın sebebi Millî Eğitim Bakanlığı’nın yayınladığı ve bu yıl kademeli
uygulamaya koyduğu ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ adını taşıyan müfredat değişikliği.
Bakanlık bu müfredatla köklü değişiklik yapıldığı iddiasındadır. Ancak
bu iddia yersizdir. Her ne kadar müfredat yeniden düzenlenmişse de eskiden
okutulan konu ve dersler nerdeyse aynen devam etmektedir. Bunu müfredata
yapılan eleştirilerden de anlayabiliriz. Zira eleştiriler genellikle ‘şu
dersten şu konu niçin çıkarıldı?’ türü eleştirilerdir. Bu da biraz daha farklı
formatla sunulsa da aslında büyük değişiklik olmadığını göstermektedir.
Bu
değişikliklerden bir tanesi “evrim” teorisinin müfredatta yer almaması ve
bilimsel bir teori olmamasına rağmen “yaratılış teorisi”nin müfredata eklenmesi
bunlardan biridir. Ki evrim konusu en az 1980’lerden beri Türkiye’de
muhafazakâr iktidarlar eğitimden tardetmek için uğraşmaktadır. Mevcut durum
geldiğimiz son noktadır. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi ile seçmeli
statüdeki din derslerinin sayı ve ağırlığını arttırılması da bu
değişikliğin güya “dindar nesiller” yetiştirmeye matuf olduğuna işaret eder.
İhtiyaç ve talebin azalmasına rağmen İmam Hatip Okulları’nın sayısının
arttırılması da bu politikanın bir parçasıdır. Bunun çağımızın ihtiyaç duyduğu
eğitim-öğretime uygun olmadığı açıktır. Şurası da açıktır ki öğrenci/bireylere
daha fazla din endoktrine etmek onların dindarlaşacağı anlamına gelmez. Hatta
bu beklenenin aksine dine karşı soğumaya da yol açabilir.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın
yayınladığı Maarif Modeli Ortak Metni’nde de
dikkat çeken bazı hususlar var. Bunlardan birincisi “birey” yetiştirmekten
değil ‘yetiştirilecek nesiller’den bahsetmesi. Oysa anayasada “vatandaşlar”dan,
onların hak ve sorumluluklarından bahseder. Her ülkede eğitimin birincil amacı
her şeyden önce “iyi vatandaş” (birey) yetiştirmektir. Bu modelde ise yukarıda
da değinildiği gibi amaç ‘dindar nesiller’ yetiştirmek olduğu görülmektedir. Bunun
anayasaya aykırı olduğu izahtan varestedir.
‘Yeni Eğitim
Modeli’ gibi bir isim yerine “Maarif Modeli” isminin kullanılması da bununla
ilgili. Maarif eğitim-öğretimden çok daha geniş anlamları olan bir kelime.
İrfan ile aynı kökten geliyor. Bu kelimeyi tercih ederek sanki öğrencileri
“irfan” sahibi yapmak istediklerini bu modelin buna yönelik olduğunu mu ima
ediyor? Öyleyse durum vahim. İlmihal bilgisinden bile ileri gitmeyen bir din
eğitimi ile “irfan” sahibi nesiller yetiştireceğine inanmak. Sadece çok safça
diyebilirim. Kaldı ki yanıldığımı varsayın. Yetiştirileceği söylenen bu “irfan”
sahibi insanlar bilişim ve dijital çağın ihtiyaçlarına göre yetişmemişlerse
hangi derde derman olacak? Nostalji ve ütopik fikirleri bir tarafa bırakalım.
“İrfan” kavramı bugün için artık arkaik bir içeriğe sahip. Ezberden konuşmak
hoş olabilir, ama boş olduğu kesindir.
Maarif Modeli
Ortak Metni’nde dikkat çeken en önemli hususlardan biri nerdeyse tüm pedagojik yöntemlere
yer vermesi. “Tüm tuşlara basmak” diye bir tabir vardır ya. İşte tam olarak onu
ifade eden bir metin. Güya “bütüncül” nitelikte olan “eğitim yaklaşımı”nda bu
bariz.
Diğer taraftan
yetiştirilmek istenen öğrenci profilinde nedense “yaratıcı insan” yetiştirmek
hedefi yok. Ne mi var? Profilin iki alt bileşeninde diğerler yanında var olan
“sorgulayıcı” ve “üretken” insandan bahsediyor. Üretken onların alt bileşeninde
de “yaratıcı” insan var gerçi. Tanımı şöyle: “Yeni fikirler üretme konusunda
yeteneklidir. Sorunları farklı temel yaklaşımlardan ele alır ve yenilikçi
çözümler geliştirir.” Verilen tanım gerçekten “yaratıcı insan”ın mı tanımı? Bu
tanım “yenilikçi insan”ın tanımı olabilir. Ama “yaratıcı insan”ın tanımı olmadığı
bariz. Yaratıcı insanın tanımı “yeni fikirler üretme” ve “yenilikçi çözüm
üretme”ye indirgenemez. Paradigmayı sorgulayan ve onun dışına çıkabilen, onu
değiştirebilen insandır yaratıcı insan, paradigmanın içinde kalıp göstermelik
yeniliklerle yetinen değil. Ne var ki ‘maarif modeli’ böyle bir “insan” tipinin
yetiş(tiril)mesini desteklemiyor. Çünkü düzeni kendisi ile özdeşleştiriyor. Ona
dışardan bakabilen, dolaysıyla sorgulayabilen insan yetiştirilmesini istemiyor.
“Sorgulayıcı” insanı tanımlayan kategoriler ve izahlarda da aynı durum söz konusu.
Maarif Modeli Ortak Metin’de bahsedilen sorgulayıcılığın “otorite”leri sorgulayan
bireyler yetiştirmekle de ilgisi yok. Ki zaten ‘birey’ yetiştirmeyi
hedeflemiyor.
‘Maarif modeli’ mi
dediniz?
Lâf ü güzâf.
Mustafa Kemal Atatürk " Hayatta en hakiki mürşit ilimdir." derken genelde Türk milletinin, özelde ise "Milli Eğitim Sistemi"nin yol haritasını çizmiştir.
YanıtlaSilİslâmın yitik malı, mirası olan bilimin ışığında Dünya gerçekleriyle Türk milletinin buluşmasını baz almıştır.İşlevini yitirmiş geleneksel medreselerin, tekkelerin dürbünüyle değil; milletin fıtratına , değerlerine, dinamiklerine, dokusuna uygun orjinine bağlı kalarak orjinal bir sistem oluşturmuştur. İşaret levhaları bellidir. "Maarif Modeli" "Arif" yetiştirmek istiyorsa İSKELETİ KALMIŞ SİSTEMİ REHİNDEN KURTARMAK ZORUNDADIR.
VELHASILI " Hiçbir şeyin çıplak gözle görüldüğü gibi olmadığını bilen insanlar, bilge insanlardır."
Anafikir: Kadavraya suni nefes
YanıtlaSilÜstat harika bir yazı ve tespit olmuş. Şiir gibi yazmış olayı açıklamışşın.Tebrik ediyorum
YanıtlaSilZât-ı Âliniz' e teşekkür ediyorum üstad.
YanıtlaSil👏🏻👏🏻👏🏻👏🏻👏🏻👏🏻
YanıtlaSil