GARBİYATÇILIK
“Hayvanların dünyasında” diyor Thomas Szasz “birini
yemek veya biri tarafından yenilmek kuralı geçerlidir; insanlar dünyasında ise
birini tanımlamak veya biri tarafından tanımlanmaktır”[1].
Bir(iler)ini tanımlamak demek onun/onların üzerinde tahakküm kurmak demektir.
Fransız filozof M. Foucault’nun söylem (discourse) kavramıyla vurguladığı da bu
iktidar ilişkileridir.
Şarkiyatçılık (orientalism) Batı’nın Doğu (Batı dışı
toplumlar) üzerinde hakimiyet kurmasına hizmet eden bir disiplindir. Şarkiyatçılık
tabiri resmi isim olarak 1970’lerin başına kadar kullanılmaya devam etmiştir.
1978 yılında Edward Said[2]
şarkiyatçılığa ilişkin ünlü esrini yayınlamıştır. Said şarkiyatçılığı “Doğu”nun
belli kalıplara sokarak ‘Batı’sının ötekisi’ olarak kurguladığını ifade
etmiştir. Bu Doğu üzerinde tahakküm kurmanın bir yöntemidir.
Her şey zıddıyla kaimdir. Şarkiyatçılık varsa onun
karşıtının da olması gerekir. Nedir karşıtı o zaman? Garbiyatçılık
(occidentalism). Yani Batı’yı ‘Doğu’nun ötekisi’ olarak kalıba döken bir
disiplin. Var mı böyle bir disiplin? Bildiğim kadarıyla yok. Hatta Said’in adı
geçen eseri Türkçeye çevrildikten sonra (1980’li yıllarda) ulusal nitelikteki süreli
yayınlarda bu konu da gündeme gelmişti. Bunu gündeme getiren en önemli kişi
Cemil Meriç’ti. Meriç bir taraftan şarkiyatçılığı eleştirirken, diğer taraftan
şarkiyatçılığa yapılan aşırı eleştirileri de eleştirmişti. Asıl sorulması
gerekenin ‘niçin bir garbiyatçılık yok?’ sorusu olduğuna dikkat çekmişti. Daha
önemlisi Meriç şarkiyatçılığa yapılacak eleştirilerin dozunu kaçırmasının
mahzurunu şöyle ifade etmişti: “[Edward] Said’in tahlilleri sınırlarına
götürülürse, [Stalin dönemi Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin propaganda
ve ajitasyondan sorumlu Siyasi Büro üyesi Andrey A.] Jdanov’unkine benzeyen
yanlış hükme varılabilir. Burjuva ilmi, proleter ilmi gibi mübalağalı tasnifler
çıkabilir ortaya. Nitekim zencilerin ilmi ile beyazların ilmini birbirinden
ayıran birçok ‘kontestaterler’ [siz ‘putkırıcılar’ olarak okuyun AÜ]
görülmüştür. Nice aydınlar, sömürge ilmi ile emperyalistlerin ilmi diye iki
ayrı ilimden söz etmeye başladılar. Yanlış ve tehlikeli bir yol.”[3]
Yapı Kredi Yayınları’nın “cogito” dizisinden çıkan
kitaplardan birinin ismi: “Garbiyatçılık”. Yazarları, Ian
Buruma ve Avishai Margalit.[4]
Hem ismi hem başlangıcı tam Amerikan tarzı. Türkçe ismi de orijinal ismin tam
tercümesi. 1942 yılında Japonya’nın Pearl Harbor saldırısından sonra bir grup
seçkin Japon akademisyen ve aydınının Kyoto kentinde bir konferans yaptılar.
Konferansın ismi “Modern Nasıl Alt Edilir?”di. Konferans bu aydınların
milliyetçilik gösterilerine ve Batı’ya karşı düşmanlık kusulan bir mecraya
dönüşmüş. Kitabın bu olayın hikâyesi ile açılması içeriği konusunda da yeterli
fikir veriyor. Sanki başka türlüsü mümkündü. Japonya başta ABD olmak üzere Batı
dünyasının büyük güçleri ile savaş halindeyken Japon aydınları ne yapabilirdi?
Susmak ya da Batı düşmanlığı yapmaktan başka.
Kitabın alt-başlığında da ifade edildiği gibi
Doğu’da ‘Batı düşmanlığı’ fikri inceleniyor. Ne var bunda denilebilir. Tabi ki
batı düşmanlığı da doğu düşmanlığı da bir kitaba konu olabilir. Sosyal
bilimlerin yöntemlerinden yararlanılarak incelebilir. Ama böyle bir kitaba
niçin “garbiyatçılık” (occidentalism) ismi verilir? Düşününüz Orientalism’in
(şarkiyatçılığın) temsilcileri Silvestre de Scay, Julius Welhausen, Joseph
Schacht, Louis Massignon, Ignaz Goldziher, Hamilton A. R. Gibb, W. Barthold, Maxim
Rodinson, W. Mongomery Watt, Bernard Lewis gibi büyük alimler. Bu alimler
İslamiyatçı ya da Türkolog. Hiçbirinin ismini bilmediğim Hindolog, Sinolog ve
diğer -olog müsteşrikler de cabası. Müsteşrikler Doğu dünyası, dilleri, dinleri,
kültürleri, edebiyatları tarihleri üzerine önemli çalışmalar yapmıştır, birçoğu
bugün dahi değerini koruyan eserler vermiş alimlerdir. Doğaldır ki
garbiyatçılardan da bahsedilecekse Batı dünyası, dilleri, dinleri, kültürü,
edebiyatı vs. hakkında eserler vermiş, Batı’yı çalıştıkları disiplinin nesnesi haline
getirmiş alimlerin çalışmalarından bahsetmeli değil mi? Ama öyle değil. Kitapta
“Batı”yı çalışan hiçbir alimin ismi geçmiyor. Kimin ismi geçiyor peki? Avrupa
dışı toplumlardaki “Batı karşıtı” çeşitli aydın, ideolog, militan ve hatta radikal
örgütlerin ismi.
Burada düşünelim, demek ki Doğu dünyasında böyle
alimler yok. Yok, çünkü şarkiyatçılığın gelişimi, kökleri çok eskilere dayansa
da sonuçta sömürgecilik ve sanayileşme süreciyle paralel gelişmiş, onunla iç
içe geçmiş bir süreç. Doğu’nun Batı’yı sömürgeleştirmesi söz konusu
olmadığından şarkiyatçılığın muadili bir garbiyatçılığın palazlanması sözkonusu
ol(a)maz zaten.
Batı karşıtı olarak ismi geçenler kimler? Japon
felsefeci Nişitani Keyji, Seyid Kutup, Ebu’l A’la el-Mevdudî, Ali Şeriati,
Usame bin Laden, 1975-79 arası Kamboçya’yı yöneten Kızıl Khmerler örgütü, halen
Afganistan’ı yöneten Taliban, İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler), Cemaat-i
İslami vb. Meseleyi bu şekilde ortaya koymak da aslında bir çeşit şarkiyatçılık.
Yani Batı karşıtlığının konu edilerek eleştirildiği bu kitapta da -ilginç bir
durumu diyelim- şarkiyatçılık yapılıyor. Garbiyatçılık adına bu isimlerin
şarkiyatçı büyük alimlerin muadili olarak görülmesi bir şarkiyatçılıktan başka
bir şey olamaz, başka bir şekilde tanımlanamaz.
İçeriğine gelince yazarlar bir ideoloji olarak ‘Batı
karşıtlığı’nın da Batı’da üretildiğini ifade ediyor. Alman romantizmi ve onu
örnek alan Rus Slavofillerinden (Slavcıları) Nazizim ve Faşizm gibi Batı’da
modernliğin ürünü olarak ortaya çıkan birçok ideoloji, düşünce ya da felsefe
Batı düşmanlığına dayanır. Batı uygarlığının temelinde kozmopolitanizm, şehir
ve şehir kültürü vardır. Batı karşıtı ideolojilerin temelinde ya da
arka-planında çoğu kez bunlara düşmanlık vardır. Nitekim en azından Rusya
tarihi özelinde ‘kapitalist’ evrenin atlanabileceğini düşünen Rus popülistleri
ve slavofillerin birçoğunda bunu görürüz. Bahsettiğimiz kitapta da buna
örnekler veriliyor. Daha ayrıntılı bilgi için Türkçeye de çevrilmiş olan Andrzej
Walicki’nin Rus Düşünce Tarihi: Aydınlanma’dan Marksizm’e[5]
adlı eserine başvurulabilir.
İslam dünyasından ismi anılan kişiler de doğal
olarak garbiyatçı değil. Hatta ‘Batı karşıtı’ diye mesela Ali Şeriati’nin Usame
bin Laden, sadece felsefe yapan Japon Romantikler
Topluluğu veya Budist-Hegelci Kyoto Okulu’nu Taliban ya da Kızıl Khmerler ile
aynı düzlemde değerlendirilmesi tabir caizse aynı torbaya konulması apaçık
saçmalık. Taliban gibi örgütler çağını şaşırmış bir örgütlenmeyi temsil eder.
Zaman/süre olarak bugünün bir parçası olsa da arkaik değerleri yeniden
canlandırarak değişmez normlara dönüştürmüş bir örgütlenmedir. Bu yönüyle Taliban’ı
ABD’de yaşayan Amişler gibi gruplarla karşılaştırabiliriz. Bu örgütlenmenin
Batı-karşıtı boyasına bürünmesinin nedeni Afganistan’daki Sovyet ve ABD
işgalidir. Ali Şeriati ise Fransa’da sosyoloji doktorası yapmış Marx ve Sartre
gibi batılı filozoflardan (Marksizm ve varoluşçuluktan) da etkilenmiş, Batı
dünyası ve felsefesini bilen bir kişidir. Onu anakronizmden habersiz, körü
körüne Batı karşıtlığı yapan biri gibi ya da gene ‘Batı karşıtı’ diye bunun
adına şiddete başvuran Usame bin Laden’le aynı düzlemde değerlendirmek abes. Keza
felsefe yapmaktan başka bir şey yapmayan Japon Romantikler Topluluğu veya
Budist-Hegelci Kyoto Okulu’nu Taliban ya da Kızıl Khmerler ile aynı düzlemde
değerlendirilmesi de. Açık bir şekilde bunu vurgulamıyorlar gerçi yazarlar. Ama
metnin okuyucuda inceden inceye çağrıştırdığı düşünce bu.
Özetle “Batı’nın şarkiyatçılık üzerinden
eleştirilmesi abes. Siz de ‘garbiyatçılık’ yapıyorsunuz” diyor kitap. Ama ilginçtir
ki bunu derken de ‘şarkiyatçılık’ yapmaya devam ediyor.
[1] Aktaran İsmet
Özel, Zor Zamanda Konuşmak, İstanbul, Dergâh Yayınları, 1984, s. 267
[2] Edward Said, Şarkiyatçılık:
Batı’nın Şark Arayışları, Çev. Berna Yıldırım, 22. Basım, İstanbul, Metis
Yayınları, 2022
[3] Cemil Meriç, Kültürden
İrfana, İstanbul, İnsan Yayınları, 1986, s. 68
[4] Ian Buruma&Avishai
Margalit, Garbiyatçılık: Düşmanlarının Gözünde Batı, 2. Baskı, İstanbul,
YKY, 2022
[5] Çev. Alâeddin
Şenel, 4. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2022
Güzel doyurucu bir yazı
YanıtlaSil